Dar bir koridor!
İkisi de Yeni Keynesçi Ekonomi (New Keynesian Economics) ekolünden sayılabilecek dünya çapındaki 2 ekonomistimiz Daron Acemoğlu da, Dani Rodrik de belki de yetiştikleri toprakların da etkisiyle zaman içinde kalkınma, gelir dağılımı ve bu süreçlerde siyasi yapıların önemi gibi konulara daha çok ağırlık vermeye başladılar. (Bu arada bu ilişkileri deştikçe -belki de farkında bile olmadan- doğal olarak giderek daha çok sola kaymaya başladılar.) Özellikle Acemoğlu James Robinson ile birlikte yazdığı “Why Nations Fail?” kitabıyla oldukça ses getirdi. Şimdi aynı ikili ilk kitabın devamı niteliğinde “Dar Koridor” (Narrow Corridor) adında ikinci bir kitap yayınlamış bulunuyorlar.
İlk kitabın tarih ve ekonomi dışı sosyal bilimler konularındaki pek çok eksikliği yanında tam olarak cevap veremediği bir soru da vardı: Ulusların kalkınmasında kendilerinin popülerlik kazandırdığı bir kavram olan “kapsayıcı kurumlar”ın (mülkiyet hakları, tarafsız ve bağımsız hukuk sistemi, ve yurttaşlara eşit oyun alanı sağlayan kurumlar) varlığını olmazsa olmaz bir temel olarak görürken, “dışlayıcı kurumların” (ekonomik kazanımları küçük bir azınlığa yönlendiren “rantçı” kurumlar) varlığını da uzun vadede yıkıcı olarak görmekteler. Ancak ilk kitapta bir toplumun nasıl dışlayıcı kurumları sistemden kazıyıp, kapsayıcı kurumları inşa edeceği sorusu bir cevap bulamamıştı.
Bu konuya cevap vermeye çalışırken Acemoğlu-Robinson (AR) birbirine zıt 2 devlet yapısı örneğinden yola çıkıyorlar: Bir tarafta “Despotik Canavar” olarak adlandırdıkları bir devlet (ör:Çin), diğer tarafta ise “Gaip Canavar” adı altında kanunlarla değil de sosyal normlarla yönetilen bir toplum (ör:Lübnan). Hindistan kast sistemi örneğinde olduğu gibi devletin “gaip” olduğu böyle yapıdaki bir siyasi sistemin daha özgürlükçü olmasının bir garantisi yok. Bunu garanti edebilmek için AR Despotik veya Gaip Canavarların “Zincirlenmiş Canavar”a evrilmesi gerektiğini düşünüyorlar. Ancak bu evrilme sorunsuz, tarihin akışına bırakılabilecek bir konu değil ve bu süreçte yanlış oluşumlara savrulma ihtimali de yüksek. (Kitabın adı da bu sürecin zorluğuna vurgu yapmakta.)
Kitapta en çok vurguladıkları noktalardan biri (ki bu onları özellikle Batı anadamar sosyal bilimciler arasında oldukça radikal bir konuma savuruyor): Eğer bir toplum olarak Despotik Canavardan kurtulmak ve kapsayıcı kurumlar altında yaşamak istiyorsanız sesinizi güçlü bir şekilde çıkaracaksınız. Öncelikle oy sandığında. Ama o olmazsa veya yetersiz kalırsa, tüm demokratik imkanları kullanarak, gerektiğinde gösteri yaparak, sosyal medya imkanlarını kullanarak, kamuoyu yaratarak, baskı grupları oluşturarak sesinizi çıkaracaksınız. Eğer oturur ve bazı seçkinlerin sizin adınıza kapsayıcı kurumları geliştirici adımlar atmasını beklerseniz, daha çok beklersiniz. Örneğin, geçenlerde Project Syndicate platformuna yazdıkları bir yazıda kurucu bilgeler (founding fathers) olarak adlandırılan ve ABD’nin anayasasını o günkü Fransız özgürlükçü akımlardan etkilenerek yazdıkları varsayılan siyasi elitlerin aslında hiç de o emellerle hareket etmediklerini, halkın o dönemdeki ağır iktisadi koşullara, yüksek vergilere ve siyasi yozlaşmaya yönelik isyanları karşısında anayasaya istemeden de olsa bazı özgürlükçü maddeler eklemek zorunda kaldıklarını ifade ediyorlar. Olayı bugüne getirip eğer Trump’ın siyasi elitler vasıtasıyla “görevi kötüye kullanma” suçlamasıyla azledilmesini beklerseniz, gene çok beklersiniz demeye getiriyorlar.
AR’ye göre liberal düşüncenin temelini oluşturan “toplum tarafından kendi çıkarlarını korumasıyla görevlendirilmiş ve nihayetinde ona tabi olan bir organ olduğu” şeklindeki devlet tanımı doğru değil. Her zaman ve her devirde toplum ve devlet arasında bir güçlü olma rekabeti var. İlginç bir şekilde en başarılı toplumlar da bu rekabet sayesinde hem devlet, hem de toplum olarak güç kazanmış toplumlar. (Danimarka bir örnek olarak verilmekte, ama bu örneği tüm İskandinav ülkelerine taşıyabiliriz sanırım.)