Danıştay raconu kesti
Dış ticaretçilerin sevineceği yeni bir sayfanın açıldığını söyleyip biraz heyecan katayım yazıma. Hani şöyle bayram üstü sevindirici haber almak isteyenlere, bu bilgi hiç de fena gelmeyecektir.
Geçtiğimiz haftadan bu yana dış ticaret yapan firmaların ne yapar ne eder de maliyetlerini aşağı çekmek mümkün olura kafa patlattığım için bu hususu da gözden kaçırmayalım istedim. Okuyanlar hatırlar geçen hafta da numune veya düşük bedelli şahsi alımlar gibi küçük paket, posta yolu ile yapılan ithalatlardaki 22 euroluk muafiyetin, gerçekte ihracatçıya da zararı dokunacağından bahsetmiş idim. Çok da olumlu tepkiler aldığımı belirtmeliyim; ilk anda Türkiye’nin ithalatta vergi toplamasının önünü açan bir uygulama gibi algılansa da, gerçekte mütekabiliyet sonrası Avrupa Birliği ülkelerinin de benzer bir uygulamaya geçmesinin ne denli bizi zorlayacağından söz etmiş, başta tekstil ihracatçıları olmak üzere tüm sektörlerin başının ağrıyacağından bahsetmiştim.
Pazartesi günü NTV’de saat 12:30’da katılacağım programda da bu konuya yeniden değiniyor olacağım. Ve özellikle ihracatçıları ilgilendiren boyutunu daha fazla irdeleyeceğim.
Geçtiğimiz yıllarda sıkça ele aldığım, ithalatta var olan, önceki adı ordino, sonraki adı ise yük teslim belgesine dair önemli bir gelişmeden söz etmek isterim bu kez. Hatırlayanlar eminim çokça olmalıdır ki, bu belge için ödenen ücretin, oluşan bir maliyet karşılığında ödenmediğinden bahsetmiş, sonrasında da gümrüklü saha olarak anılan bölgelerde bu konularda Gümrük Müsteşarlığı’nın etkin rol oynaması gerekliliğini dile getirmiştim.
Öncelikle bu konudaki savım bu tür bir ücretin yasal dayanağı olmadığı yönünde idi. Ve hatta bir çoğunuzun da hatırlayacağı üzere, o dönemin Gümrük Müsteşarlığı da aynı şekilde bu tip ücretlerin ödenebilmesine dair çok görüş belirtmek istemese de, belgenin gümrükleme için ihtiyaç olmadığını belirterek, konunun Ulaştırma Bakanlığı ile alakalı olduğunu ifade etmişti. Dünyanın her yerinde olduğu gibi ülkemizde de gümrük idaresinin ithalattaki görevi, eşyanın serbest dolaşıma girmesi için gerekli olan mevzuatta yer alan belgelerin aranmasıdır; alıcının, satıcının, taşımacının, ambar işletmecisinin, armatörün, limanın, gümrük müşavirinin; özetle tarafların alacak verecek konuları gümrük idaresinin işi değildir, sorumlulukları arasında da yer almaz. Yük teslim belgesi işte bu sebeple eşyanın gümrüklenmesi için gerekli bir belge olmayıp, taşıyıcı tarafından değer arz etmektedir. Taşıma işinin bir tamamlayıcısı olarak da nitelendirilebilir.
Benim ve benim gibi düşünenlerin savı, bahse konu faaliyetlerin, gümrüklü saha içerisinde bulunan acente ve geçici depo faaliyetlerine dair olduğu, dolayısı ile konunun Gümrük Müsteşarlığı’nın konusu olduğu, kendilerince aksiyon alınması gerekliliği yönünde idi. Hatırlayacağınız üzere o dönemde Ulaştırma Bakanlığı’da bir tür arayı bulmak gibi tabir edilecek bir karar ile artık ordino isminin kullanılmayacağını ve onun yerine “Yük Teslim Talimat Formu“nun geldiğini ve sabit bir ücreti olacağını belirtti.
Peki, Danıştay’dan gelen güzel haber ne, şimdi bir de ona bakalım. Her ne kadar epey uzun bir süre sonunda da açıklanmış olsa, Danıştay, bahse konu kararın Ulaştırma Bakanlığı tarafından verilemeyeceğini ve yetkinin gümrük idaresinde olduğunu belirtti. Bu konuda bir firmanın yapmış olduğu itiraza istinaden Danıştay, firmanın gerekçesini haklı bularak kararın yanlış olduğunu belirtmiştir. Danıştay’ın bu kararı, “Yük Teslim Talimat Formu”nun geçerliliğini kaybettirdiği gibi, buna ait ödenen ücretleri sorgular bir hale getirmiş oldu. İlgili konudan zarar görmüş ve bu sebeple ücretler ödeyen firmalar 17.12.2020 tarihine kadar ordino (Yük Teslimat Formu’nun hukuka uygun bulunmadığının öğrenilmesi tarihinden 2 yılsonuna kadar) dava açma hakkına
sahip duruma geldiler. Söz konusu dış ticaretimizin gelişmesi ve maliyetlerin gereksiz yere artmaması olunca, bu gelişmeyi kaleme almamak olmazdı.