Daha yapılacak çok iş var
Deyimi hepiniz biliyorsunuz. Allah fakir kulunu sevindirmek için önce eşeğini kaybettirir, sonra da buldururmuş. Geçen hafta BDP'nin gösterdiği bağımsız adaylardan bazılarının adaylıklarının YSK tarafından iptali, ardından ülkede kıyamet kopması, gösteriler sırasında bir insanımızın ölmesi, veto edilenlerin yeni belgeler sağlayarak karar itiraz etmeleri, yedi itirazdan altısının kabul edilmesi, bana bu sözleri hatırlattı.
Bir kriz yarattık, üzüldük, kızdık, bağırdık, çağırdık, gösteriler yaptık, vurduk, kırdık, sonra itirazları kabul ettik. Maddi ve manevi kayıplara uğradık. Sonra da başladığımız noktaya döndük.
Yaşadığımız olaydan çıkarmamız gereken dersler var. Kamuoyuna yön verenlerin bir bölümü, adaylıkları iptal gerekçesi daha açıklanmadan, yargıyı suçlamaya yöneldi. Sonradan anlaşıldı ki, yargı mevcut kurallar çerçevesinde işlem yapmıştır. Bazen memnun olmadığımız durumlar karşısında iyi düşünüldüğünden emin olamadığım tepkiler veriyoruz. Yargının kararı kurallara uygunsa, böyle bir karar karşısında bizatihi yargıya tepki göstermek doğru tavır değildir.
Toplumda adaletin yıkılmasını istemiyorsak, yargının kararlarını yürürlükte olan yasalara göre vermesinde ısrar etmemiz gerekir. Yasanın değil, siyasi durumun gereklerine göre karar verilmesini talep etmenin, hukuku nasıl işleyeceği tahmin edilemeyen, güvenilmez bir mecraya yönlendireceğinden endişe ederim.
Olayların gelişmesine baktığımızda bir yönetişim sorunu ile karşı karşıya olduğumuz anlaşılıyor. Eğer adaylığı iptal edilen adaylara, dosyalarındaki belgelere göre adaylıklarının kabul edilemeyeceği, açıklayıcı ek belge gerektiği bildirilseydi, belki de krize sürüklenmeden sorun giderilirdi. Burada sormamız gereken, yargının olağan işleyişinden yola çıkarak böyle bir bekleyişin isabetli olup olmadığıdır. İsabetli olduğunu sanmam.
Anlaşılıyor ki, seçimin yönetişimini farklı düzenlememiz iyi olacak. Belki seçimleri yürüten üst karar mekanizmalarında yargıçlara ilaveten idarecilerin ve siyaset temsilcilerinin de yer alması düşünülebilir.
Yaşadığımız olay 12 Eylül müdahalesinin ülkemize getirdiği hukuk sorunlarının derinliğini de göstermiştir. Milletvekili adaylarında aranan nitelikler gibi kanunla düzenlenmesi yeterli olan konular anayasamızda yer bulmaktadır.
Örneğin, bağımsız adaylığı iptal edilen kişilerin aday olabilmesini sağlayacak bir yasa değişikliği yapılması gerekecek olsaydı, muhtemelen anayasanın da değiştirilmesi gerekecekti. Bu, hem anayasa değiştirilirken nitelikli çoğunluk aranması hem de sürecin daha uzun olması açısından sıkıntı yaratacak bir durumdu. Seçimlerden sonra yeni anayasa yapılacak olursa, ardından mevcut yasaların da ayrıntılı biçimde incelenerek yeni anayasa ile uyumlulaştırılması gerekecektir.
BDP adaylarının adaylıklarının iptali karşısında partilerimizin tutumu da düşündürücüdür. İktidar partisinin bazı ileri gelenleri üzüntülerini dile getirdiler. Maalesef, Sayın Başbakanımız konuyla pek ilgilenmedi. Partisi de bir çözüm arayışı sergilemedi. CHP parlamentonun hemen toplanmasını, kendisinin çözüme destek vereceğini söyleyerek demokrasiye uygun bir tavır sergiledi. MHP, BDP'ye karşı tutumunu "demokratik haklarıdır" gerekçesiyle bile yumuşatmadı. BDP eşbaşkanı ise, cumhurbaşkanıyla konuyu görüşmek yerine Besni'ye gitti.
Daha yapılacak çok iş var dersem, bilmem durumumuzu çok mu abartmıyorum?