Dağın altındaki kente seyahat...

Faruk ŞÜYÜN
Faruk ŞÜYÜN ODAK [email protected]

Bu kez yolculuk Podgorica'ya (Podgoritsa diye okunuyor)... Yani dağın altındaki kente... Eski adı Titograd... Tito'nun şehri demek... Türk Hava Yolları, doğrudan uçuyor... Vize uygulanmıyor... Tahmin etmişsinizdir hangi ülkeden söz ettiğimi, Yugoslavya'yı oluşturan altı cumhuriyetten biri olan Montenegro'daydık (Karadağ) geçtiğimiz haftasonu... Yugoslavya'nın parçalanmasından sonra Sırbistan-Karadağ Devlet Birliği kurulmuş, 3 Haziran 2006'da yapılan referandumda çıkan yüzde 55,5 evet oyu ile Montenegro, bağımsızlık kararı almıştı.

Bölge, taa 1300'lerin sonlarında Osmanlı ile tanışmış, 1878 Berlin Anlaşması'na kadar da imparatorluk sınırları içinde kalmış. 13 bin 812 kilometrekarelik bu küçük ülkenin nüfusu 672 bin 180...

Podgorica başkent ve içinde tek bir tarihi yapı bulunmayan bir şehir. Kara dağlarla kaplı ülkenin tek düzlük alanı üzerine kurulmuş, bu nedenle havalimanına da sahip. İstanbul'dan 1 saat 20 dakikalık bir yolculuğun ardından ulaşıyor ve sorunsuz bir şekilde pasaport kontrolünden geçtikten sonra, taksiyle şehre 15 Avro'ya varılabiliyor. Bunlar, yeni, Mercedes arabalar... Kentten dönüşte havalimanına daha küçük taksilerle gitmek isterseniz, 5 Avro yeterli oluyor. Podgorica içinde taksi ile ulaşım ise birkaç Avro'yu geçmiyor...

Araç kiralayarak yakındaki şehirleri, sahildeki Budva'yı, Bar'ı, eski prensliğin başkenti Cetinje'yi dolaşmak mümkün... Yol üzerinde 11. yüzyıldan kalma manastırlar, yüzlerce yıllık köprüler, denizden yükselen fiyordlar eşlik ediyor yolculara... Küçük arabaların günlük kirası 45 Avro. Otele kadar araç getiriliyor, hiçbir evrak göstermeden, fotokopisi falan alınmadan yalnızca bir form doldurulup teslim ediliyor. Araba kullanmak istemiyorum diyorsanız Budva'ya taksi ile gitmek ise 25 Avro civarında, yani daha bile ekonomik...

Şehirdeki oteller, işgünlerinde tıklım tıklım; haftasonları iş yapmak için başkente gelenler gidince boşalıyorlar. Biz, 4 yıldızlı, odalarında çekme kat bulunan şık bir apartotelde kaldık. Kentin tam ortasında, kafe ve restoranların bulunduğu cadde üzerindeydi... Zaten, en çok çalışan mekânlar onlardı. İçinde uluslararası markaların bulunduğu iki alışveriş merkezi ve bir cadde ise haftasonunda tıklım tıklımdı. Diğer günler iğne atsan yere düşmeyecek kafeli, restoranlı caddeler ise o iki gün, boşalmıştı...

Yerli halk, anadili dışında hiçbir lisanı konuşamıyor; bırakın konuşmayı, ona kadar bile sayamıyor. Turistik bir magnetin bile zor bulunduğu dükkânlarda alışverişler, bizim onların dilinde saymayı öğrenmemiz sayesinde gerçekleşebiliyor, zorlandığımız rakamlar ise kâğıtlara yazılıyordu.

Lokantalar, sigaralar, içkiler Avrupa ülkelerinden ve Türkiye'den çok ucuz. İyi bir lokantada 350 gram steak'i 12 Avro'ya yemek, dev bir tabak çorbayı 2 Avro'ya içmek mümkün... Mağazalardaki fiyatlar ise hemen hemen Türkiye ile aynı...

Her yerde sigara içmenin serbest olduğu bu ülkede Balkan havalarının çalındığı, canlı müzik yapılan tıklım tıklım bir tavernada birkaç Avro ödeyerek çılgınlar gibi eğlenmek, gençlerin piyasa yaptığı caddelerdeki kafelerde oturarak yine aynı paraları ödeyip keyif yapmak mümkün.

Ben, Podgorica'yı, Kırklareli'nin Lüleburgaz ilçesine benzettim... Herkesin biribirini tanıdığı, akşamüzerleri piyasa yapılan keyifli bir kasaba gibi...

Budva ise bizim Kuşadası'nın ilk betonlaşmaya başladığı yılları hatırlatıyor... Tepeleri doldurmaya başlayan beyaz yapıların bu mütevazı, küçük marinalı kentin kaderini kısa bir süre içinde değiştireceği belli... Bugün ise halen 1 Avro'ya girilen plajı, kale içi, kafeleri, restoranları, dondurmacısı ile haftasonu tatili için ideal...

Geçtiğimiz aylarda Saraybosna'ya gitmiştik, bu kez Karadağ... Balkan ülkelerine yolculukları, önümüzdeki zamanlarda sürdürmeyi düşünüyorum; çünkü, benim o saf, temiz çocukluk yıllarımın ülkesini anımsatıyorlar...

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar