Cumhuriyet'in ekonomisi

Tevfik GÜNGÖR
Tevfik GÜNGÖR OLAYLARIN İÇİNDEN [email protected]

29 Ekim 1923'te Cumhuriyet ilan edenler, silahla kazanılan zaferi, ekonomi ile sürdürmenin gereğini çok iyi biliyorlardı.

Başta Mustafa Kemal olmak üzere tepe kadrolardakiler Selanik'ten gelmişti. Selanik ile İstanbul'u karşılaştırdıklarında, İstanbul'da olmayanları ve bunlar nedeniyle Selanik'in ekonomide nasıl öne çıktığını görüyorlardı.

İstanbul'da ve Anadolu'da milli girişimci de yoktu, milli sermaye de.

Girişimci ve milli sermaye olmadan ülkede ekonomiyi canlandırmak için devletçilikten başka çareleri olmadığını gördüler.

Bu sütunda daha önceleri de yazdığım gibi Cumhuriyet rejimi İttihat ve Terakki'nin giriştiği "ulusal burjuvazi" yaratma siyasetini sürdürmekte kararlıydı.

Ancak, ittihatçıların desteklediği girişimciler sanayi yatırımcılığından çok, ticarete ve bankacılığa yönelmişti. Cumhuriyet'i kuranlar işgali fırsat bilip Milli Mücadele'ye pek bir katkıda bulunmamış olan bu yeni sınıftan hiç de memnun değildi.

Ulusçuluğu çok daha keskin olan Cumhuriyetçiler korumacı bir iktisat siyasetiyle sanayileşmek istiyordu.

Ulusçu tercihleri ağır basan, Ankara'ya bağlı, girişimci bir sınıf yetiştirmek arayışı başladı.

Bu yolda ilk adımlar, Türkiye İş Bankası'nın kurulması (26 Ağustos 1924) ve Ankara'yla yakın ilişkileri olanları kayıran, tekelci bir iktisat politikasının uygulama ya konmasıyla atıldı.

İttihat ve Terakki tehlikesi ortadan kalktıktan sonra İş Bankası, yapay bir sermaye artırımına giderek ittihatçı sermayenin kalesi İtibar-ı Milli Bankası'nı satın aldı. (29 Haziran 1927)

Ekim 1927'de hazırlanan CHP'nin ilk tüzüğüne, partinin ülkedeki tüm meslek kuruluşlarının yönetim kurullarını denetim altında tutacağına ilişkin bir madde konuldu.

Sermaye çevreleri üzerinde egemenliğini kuran yeni rejim sanayileşme atılımı için hazırdı.

28 Mayıs 1927'de yeni bir Teşvik-i Sanayi Kanunu çıkarılmış, devleti de sanayide etkin kılabilmek için Sanayi ve Maadin Bankası kurulmuştu. (19 Nisan 1925)

Ama Lozan Antlaşması'yla 1929 sonuna kadar gümrük tarifelerini yükseltmekten alıkonan Türkiye ithalat ikameci bir sanayileşme siyaseti için 1930'a kadar beklemek zorundaydı.

Lozan'da ayrıca, Osmanlı devlet borçlarının da 1929'dan sonra ödenmeye başlaması karara bağlanmıştı.

Ancak, dış ticaretteki açık, Türk Lirası'nın kıymetinin düşmesine neden olduğundan, gümrük tarifelerinin artırılmasıyla birlikte (1 Haziran 1929); Menkul Kıymetler ve Kambiyo Borsaları Kanunu'yla (16 Mayıs 1929) dışalıma kota sistemini getiren Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu çıkarıldı. (20 Şubat 1930)

Bu önlemler ticaret burjuvazisini rejimden uzaklaştırmak için yeterliydi. Gümrük tarifelerinin yükseltilmesi öncesinde mal yığma yoluna giden birçok şirket, uluslararası iktisadi bunalımın ülkeye yansıması sonucunda umduğu satışları yapamadı. Kredi bulamadığı için zor durumda kaldı, iflas etti.

Bütün bu nedenlerden hoşnutsuz olan ticaret çevreleri, 1929 sonu ve 1930 başlarında ortaya çıkan devletçilik kavramının zihinlerde uyandırdığı sosyalizme geçiş fikriyle tedirgindi.

İktisat Bakanı Şakir Bey (Kesebir) 1929 Haziranı'nda iktisadi bir "program" üzerinde çalışmaya başlamış, çalışmanın "program" mı, "plan" mı, yoksa yalnızca bir "rapor" mu olduğuna ilişkin epey spekülasyon yapıldıktan sonra, hükümet 1930 Nisanı'nda bir "İktisadi Program" yayımlamış, rejimin sözcülüğünü yapan Hakimiyet-i Milliye Gazetesi'nde ise "devletçilik" konusunda başmakaleler yayımlanmaya başlamıştı.

Rejimin, iktisadi bunalımın sıkıntıya düşürdüğü ülkede bir de devletin girişimciliğe kalkışmasının doğuracağı tepkileri yatıştırması gerekiyordu. Rejim "devletçilik" sözcüğünü ilk kez 1930 Martı'nda ortaya atmış olmasına karşın, iktisat politikasının "mutedil devletçi" olduğunu resmen serbest fırka kurulduktan sonra açıkladı.

Sayın okuyucularım, bunları Ahmet Kuyas'ın anlatımından naklediyorum.

Cumhuriyet'in bu "mutedil devletçilik" politikaları çerçevesinde kurulan tesislerin çoğu daha doğrusu tamamına yakını, özelleştirme programı kapsamında devletin elinden çıktı.

Özel sektör öncelikli ekonomi programları çerçevesinde özel sektörün yatırımlarına önemli teşvikler getirildi.

Fakat hâlâ güçlü bir burjuvaziye sahip değiliz. Tarım kesimi fakir. Üretim yetersiz. Türkiye'ye benzer şartlarda yola çıkan bir çok ülke burjuva sınıfını yaratmayı halkı üretime yöneltmeyi başardı. Biz arayışımızı hâlâ başarılı bir uygulamaya dönüştüremedik.

Cumhuriyet'in 86'ncı yılını kutlarken Cumhuriyet'in ekonomi alanındaki hedeflerinde başarısızlığın nedenlerini de tartışmakta yarar vardır.

Her şeye rağmen Cumhuriyet Bayramınız kutlu olsun.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
40 yılda ne değişti? 03 Ağustos 2018
Vizyon sahibi olmak 30 Temmuz 2018