Corruption

Osman Ata ATAÇ
Osman Ata ATAÇ İŞLETMECİLİK SOHBETLERİ [email protected]

Basında ve ne katıldığım ne de yakından takip ettiğim sosyal medyada son zamanlarda gördüklerim akla ziyan. Asparagas haberlerin limitleri zorlanıyor, foto-montajlar uçuşuyor, insanlar söylemedikleri şeyleri söylemişler gibi tanıtılıyor. Bazıları o kadar seviyesiz ki insan şaşıp şaşıp kalıyor. Eğer doğruysa sosyal medyada dolaşan ve belediye başkanı tarafından çarşaflı olduğu için işten kovulan kadının resmi aslında kız kardeşini fuhşa pazarladığı için tutuklanan bir Suriyeli kadının resmiymiş. Şimdi eğer bu doğruysa bunu yapan şahıs ne menem bir kültürün eseridir? Yaptığı suç mudur değil midir bilmem. Onu hukukçular araştırsın ama ayıptır yahu! Amacın birini kötülemekse bir zahmet biraz araştır ve kanıtlayabileceğin bir kusur bul be adam (veya kadın). Bu tür şeyler aklıma İngilizce corruption kavramını getiriyor.

4 Ocak 2009 tarihli Avrupa Konseyi Yolsuzlukla Mücadele Özel Hukuk Sözleşmesi’nin 2. maddesinde corruption doğrudan doğruya ya da dolaylı yollardan rüşvet ve yasadışı bir menfaat temin eden kişinin yürüttüğü görevlerin veya gerekli davranışların yasalara uygun bir şekilde yerine getirilmesinde sapmalara yol açan rüşvet veya başka her türlü yasadışı menfaatin talep edilmesi, teklif edilmesi, verilmesi ya da kabul edilmesi olarak tanımlanıyor. Dünya Bankası kamu görevinin özel çıkar sağlamak için kötüye kullanılması tanımını kullanıyor. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) kamu güç, görev ve yetkisinin rüşvet, irtikap, kayırmacılık, sahtekarlık ve zimmet yoluyla özel çıkar elde etmek için kötüye kullanılması tanımını benimsemiş. Bu konuda yaptığı çalışmalarla ünlenen Uluslararası Şeffaflık Örgütü (UŞÖ), yolsuzluğu sadece “kamu gücüyle” sınırlı olmayan herhangi bir görevin özel çıkarlar için kötüye kullanılması olarak tanımlıyor. Ülkemiz bu örgütün 2018 yılı raporuna göre 180 ülke arasında 78’inci sırada yer alıyor. Sizin anlayacağınız iyi değil. Notumuz 100 üzerinden 41. Bu da berbat. Birinci sıradaki Danimarka’nın notu 88. Sizin anlayacağınız Dünya’nın gördüğü en kıyıcı insanlar olan Viking’lerin torunları Akdeniz’i Türk gölü haline getirenlerin(1) torunlarından en aşağı iki kat daha az corrupt. Uluslararası Şeffaflık Örgütünü “bizi kıskanıyorlar” veya “İslamofobik” diye itham etmeden bir düşünelim. Bence iyi olur. Başlamamız gereken yer corruption ne demek oturup tanımlamak. Epeydir biz neden 180 millet arasında 78. Olduk diye kendimi hırpalıyorum. Ne oldu? Nasıl oldu? Neden biz böyle olduk diye sorup duruyorum.

Corruption kelimesinin Türkçede tek bir karşılığı yok ama beş aşağı beş yukarı aynı anlama gelen yarım düzineyi aşkın kelime var: Yolsuzluk, yozlaşma, rüşvetçilik, çürüme, ahlaksızlık, irtikap, yiyicilik. Corruption kelimesinin İngilizcede de tam bir tanımı da yok. Eldeki tanımların varsayımları var. Söz gelimi UŞÖ’nün tanımı iki kriter kullanıyor. UŞÖ’ne göre bir hareketin corrupt sayılabilmesi için o hareketi yapanların: 1. Görevlerini ‘kötüye kullanmaları’ 2. Bunu ‘özel çıkar sağlamak’ için yapmaları; gerekiyor. Bir düşünün, görevi kötüye kullanmadan ve özel çıkar sağlamadan corrupt bir hareket yapılabilir mi? Görevi kötüye kullanmak kavramından başlayalım. Diyelim ki ben üniversite hocasıyım. Görevim ülkeye aydın kadrolar yetiştirmek. Yani statükoyu beğenmeyen, eleştirecek bilgi ile donanımlı, statükoya seçenekler üretecek ve bu ürettiği seçenekleri anlatacak, tanıtacak, müdafaa edecek cesarette gençleri yetiştirmek. Diyelim ki sevdiğim bir öğrencim çuvalladı çakacak. Olur ya şu veya bu nedenden sınavlarda başarılı olamadı. Ona “Çalış. Sana bir ikmal sınavı vereceğim” dedim. O da çalıştı ve bu ikinci ekstra sınavda başarılı oldu ve sınıfı geçti. Ben bu olayda görevimi kötüye kullandım mı? Hayır. Özel çıkar sağladım mı? Haşa hayır. Tanımlara göre bu ‘corrupt’ bir hareket değil. Aslında iyilik ettiğim için hayır duası almış olmam gerek. Eldeki tanımlara göre bu hareket corrupt değil ama bana göre corrupt. Çünkü eşit muamele ilkesine aykırı. Bu öğrenci sevdiğim bir öğrencim olmasa aynı iyiliği yapacak mıydım? Sınavlarda çuvallayan tek öğrenci o mu? Çuvallayan diğerlerine neden ekstra sınav vermiyorum? Arzuladığı notu alamayan öğrencilere not yükseltmeleri için neden ek fırsat tanımıyorum? Bunun gibi bir sürü sorunun cevabı akla adam kayırma, iltimas ve taraf tutma gibi bir sürü diğer kavramı getiriyor ki bunların hepsi corrupt. Özel çıkar elde et, etme.
İnsanların hangi hareketleri neden yapmadıkları filozofları, antropologları, kültürel antropologları senelerdir meşgul eden bir sorudur. Bu konuda en tartışmalı yapıtlardan biri ABD Savaş Enformasyon Ofisi’nin Japonların II. Dünya Harbi esnasındaki davranışlarını anlamak ve öngörebilmek için yazdırdığı kültürel antropolog Ruth Benedict’e yazdırdığı bir kitapta(2) tartışılan utanç, suç ve korku kültürleri karşılaştırmasıdır. Kitap yayınlandığından bu güne tartışılıyor. Kimi palavra diyor, kimi ne kadar haklı diyor. Hatta kitapta utanç kültürüne örnek gösterilen Japonlar ilk itiraz edenler oldular. Ruth Benedict’i kökü dışarda (doğru toprağı bol olsun Amerikalıydı), ABD emperyalizminin maşası (doğru ABD ordusu için çalışmıştı) ve ırkçılıkla suçladılar (yanlış). Her ne kadar Krizantem ve Kılıç kitabında verilen tasnifleme bilimsel çevrelerde büyük kabul görmediyse de, Benedict’in kültürel antropolojiye katkıları inkar edilemez. Bence kültürleri tasnif, hele enformasyon ve İnternet çağında, çok doğru bir şey olmasa da bilim tasnifleme demek olduğuna göre öğrenmekte fayda var. Bakın Benedict kültürleri nasıl tanımlamış.

Suç vicdanlı kültürlerde kontrol suç hissi ve bu ve öteki dünyada suçlunun cezalandırılacağı beklentisinin yaratılıp sürekli bir şekilde işlenmesiyle sağlanır. Suç ve masumiyet kavramlarına dayalı bu kültürlerde dünya görüşü kurallar (kanunlar) ve ceza üzerine kurulurlar.
Diğer taraftan utanç vicdanlı kültürlerde kontrol utanma hissinin telkini ve aforoz, dışlanma tehdidi ile sağlanır. Bu kültürlerde hareketler utanç-şeref kavramlarına göre değerlendirilir. Utanç kültürlü bireyler bir hareket yapmadan önce kendilerine “Bunu yaparsam utanç verici bir duruma düşer miyim? İnsanlar ne derler?” gibi sorular sorarlar. Bu kültürler genelde gurur ve şeref kültürleri olup görünüme (birinin veya bir hareketin nasıl göründüğüne) önem verirler.
Korku kültürlerinde cemiyetin kontrolü ceza korkusuyla sağlanır. Korku-güç temelli bu kültürlerde hakimiyet ve itaat önemlidir. Korku kültürlü insanlar bir harekette bulunmadan önce “Bunu yaparsam biri benim canımı acıtır mı?” diye sorarlar.

Benedict’e göre genelde Hristiyan anglo-sakson topluluklar özelde Amerikalılar suç kültürlülerken genelde Doğu toplulukları özelde Japonlar utanç kültürlüdürler. Bakın bu konuda 24 Mayıs 2017 tarihli yazımda(3) neler demişim. “Utanç kültüründe olanlar.. bir şeyin yapılıp yapılmamasına bu işi yapanın utanıp utanmamasına göre karar verirler. Yapılan iş utanılacak bir şey değilse yasaya, etik ilkelere, vesaire kurallara uygun olup olmaması önemli sayılmaz. ‘Utanç’ verici hareketlerin “bunda utanılacak bir şey yok” olarak algılanması için ya başkaları tarafından görülmemesi veya aynı hareketi başkalarının da yapması yeterlidir. Yaptıkları iş; yasak, kanun dışı, ahlaksız sayılabilir ama herkes yapıyor veya kimse görmüyordu dolayısıyla utanılacak bir şey değildir. Hatta bilinse bile başkaları da yaptığı için utanılacak bir şey yoktur.”

İşleri insanları kullanarak amaçlara ulaşmak olan yöneticiler eğer elemanlarını utanç kültürlü bir toplumdan seçiyorlarsa onları ayıp kavramının geçerli, utanma, gurur ve şeref hislerinin yaygın olduğu kesimlerden; yok suç kültürlü bir toplumdan seçiyorlarsa insanların “bu hareketim yasalara, etik kurallara, törelere aykırı mıdır?” sorularını sorup da ona göre hareket ettikleri bir kesimden bulmalarını öneririm. Ayıbın kalktığı, kanunsuzluğun dört nal gittiği toplumlardan alınan elemanlardan sizleri Tanrı korusun. Hele bizim gibi utanç ve suç kültürleri arasında sıkışmış ülkelerde eleman seçerken onun hangi başat kültürden geldiğinin anlaşılmasının zorluğunu düşünürseniz. Allah kolaylık versin.

Sağlıcakla kalın

-------------

(1) Aynı tarihlerde Atlantik’in, Güney Amerika’nın başta altın kaynaklarını talan eden İspanyolların gölü! Pasifik’in Güney Doğu Asya’nın nadir mallarını talan eden Portekizlilerin gölü! haline geldiklerini nedense tarih hocamız atlamıştı.
(2) Ruth Benedict, The Chrysanthemum and the Sword: Patterns of Japanese Culture, Houghton Mifflin Company, Boston, 1946
(3) Osman Ata Ataç, Utanç temelli Patrimonyal Kültür, Dünya Gazetesi, 24 Mayıs 2017

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Teknokrat-Politikacı 30 Ekim 2019
Strateji mi? 23 Ekim 2019
Tenkisat 16 Ekim 2019
Kasvetli ilim 02 Ekim 2019
Zombiler 25 Eylül 2019
Yeni Bull 18 Eylül 2019
Bull 11 Eylül 2019
Neden olmuyor? 04 Eylül 2019
Olmayacak duaya... 28 Ağustos 2019