"Çok yoğunum"
Son dönemlerin iş dünyasında belki de en çok kullanılan ve en moda deyimi, “çok yoğunum”. Ben bu cümleyi sarf edenlere, artık yoğunluğu standart kabul edin ve bunun yaşam biçiminiz olduğunu kabullenmeye çalışın derim hep. Bu deyim aynı zamanda benim Nisan Mayıs aylarında çıkartmayı hedeflediğim kitabımın da ismi. “Çok Yoğunum”dan esinlendim; pek çok konuyu kaleme aldım. Bu gün de bu kavrama başka bir cepheden bakmak ve iş dünyasına dair birkaç noktaya değinmek isterim. Zaten Ağustos’un ortasına doğru yaklaştığımız bu günlerde de ekonomide de, piyasada da büyük bir hareketliliğin olmadığını söylemek mümkün. Turizmin yavaş da olan etkisi ile dövizin seviyesini koruyor olması, İMKB’ye olan talep ve yükselişin artması, bankaların çok yüksek karlar elde etmiş olmasından ötürü yapılan yorumlar, faizlerin yukarı doğru seyri ve Bodrum’un durup durup sallanması, bugünlerde en çok konuştuğumuz konular. Kurumlar ve Gelir Vergi rekortmenlerinin açıklanması ve listelerde oluşan değişiklikler, Erdemir’in yeni yatırım hamlesi, Eximbank’ın KOBİ kredilerine yönelik faiz indirimleri, ihracattaki durağanlığın sona ermesi de yine bugünlerde en çok konuştuğumuz konular arasında yer almakta.
Yazımın başlığına geri dönmek istiyorum konuyu çok da dağıtmadan. Belirttiğim gibi, en çok, iş dünyasında kullanırız bu deyimi. Acaba sadece biz Türkler’mi bunu alışkanlık haline getirdik, yoksa örneğin Avrupa ülkelerinde de bu deyim kullanılıyor mu diye baktığımızda, şaşırtıcı olarak bize özgü olduğunu görmek mümkün. Ancak onlarda da bunun bir karşılığı var elbette, daha çok “ajandam dolu” sözü ile karşı karşıya kalırız ki, aradaki en temel fark, bizim yoğunum diyerek kişisel durumumuzu da ön plana çıkartma ve vurgulama alışkanlığımızdır. Oysaki, kurumsallaşma kelimesi ile başlayan ve bugünlerde sürdürülebilirlik olarak adlandırdığımız profesyonelleşme sürecinde kişilerin doğru görev tanımları içerisinde sorumluluk alanlarını gerektiği şekilde yönetmeleri halinde, yapmayı veya görüşmeyi planladıkları her şeye yetişebilmeleri mümkün olabilmeli. İşte burada iyi bir ajanda yönetimi kadar, çok da iyi bir zaman yönetimi becerisine ihtiyaç duyulduğunu belirtmek gerekir. Hangi bölüm olur ise olsun, hangi fakülte olursa olsun, üniversitelerin tamamının kişileri iş hayatına hazırlamak olduğunu düşündüğümüzde; daha o yıllarda kişilere bu tarz kişisel gelişim ve yetkinlik kazandırıcı eğitimlerin bilhassa iş dünyasının başarılı kişilerini davet ederek de verilmesi gerektiğine fazlası ile inanıyorum. Bunları yalnızca konferanslar ile veya MBA programlarında veriyor olmak asla yeterli değil. Zamanını yönetemeyen, günümüze uyarlanmış haliyle ajandasını yönetemeyen kişilerin mesleğinde başarılı görünse de aslında hep bir tarafı eksiktir. Bu durum tatil dönemine de yansır ve hiçbir zaman kaliteli tatil yapamaz, tam olarak dinlendiğini de hissedemez. Kitabımda bol bol bu konuları ve elbette çözüm önerilerimi de ele alarak, iş yaşantısına bir rehber oluşturmaya gayret ettim. Çok yoğunum diyor olmamızı bir yandan alışkanlık haline getirilmiş gibi görünse de gerçekte altında iyileştirilmesi gereken durumların varlığına fazlası ile değinmeye çalıştım.
Teknoloji çağındayız ve teknoloji yaşamımızı inanılmaz ölçüde kolaylaştırıyor. Ancak unutmamak gerekir ki, teknolojiyi tasarlayan da, üreten de insan. Ve her zaman insan, yaşamın odak noktasında yer alacak ve insan başarısı ve kalitesi, toplam kaliteyi belirleyecek. Günümüzde ülkelerin gelişmişlik düzeylerini incelediğimizde de, çağdaş yaşantı ile insanların eğitimlerinin doğru orantılı olduğunu görürüz. Kişi başına düşen gayri safi milli hasıla gibi, kişi başına düşen gelişmişlik düzeyi endeksinin de somut olarak ölçülmesi ve daha popüler hale gelmesi en büyük temennim…