Çok kutuplu dünya düzeninde dolar hegemonyası

Burcu KÖSEM
Burcu KÖSEM [email protected]

Bu öyle bir para biri­mi ki; kendi ülke sı­nırları dışına çıkıl­dığında dolaşımdaki mikta­rı ölçümlenemiyor. Bunun doğal bir sonucu olarak, bu para birimine sahip ülkenin uyguladığı para politikası küresel anlamda dengeleri rahatlıkla değiştirebiliyor. Nitekim rezerv para dolar yo­luyla, ABD merkez bankası Fed’in uygu­ladığı para politikası, Afrika’nın köyün­de yaşayan birinin kahvaltıda ne yiye­ceğine kadar belirleyebiliyor.

Yıllardır söyler, yazar, çizer, tartışır dururuz. Dolar hegemonyası bir gün bitebilir mi?

Küreselleşmeyle beraber artan dünya ticareti ve sermaye akımları Çin, Güney Kore gibi ülkeleri ön plana çıkarttı. Kü­resel ticaretin ciddi bir kısmını, ihra­cat odaklı kalkınmayı hedef edinmiş bu ülkeler gerçekleştirse de; ödemelerin yapılmasında dolar her zaman büyük bir paya sahip olmaya devam ettiğin­den dolar hegamonyasını sürdürmeye devam etti.

Peki böyle devam edecek mi?

IIS verilerinden* oluşturulmuş ABD dolarının uluslararası piyasalardaki pa­yı, sağdaki grafikten görülebilir.

Bugüne gelindiğinde; küresel rezerv­lerde doların 1999’daki yüzde 72 seviye­sinden yüzde 59’lara gerilediğini görü­yoruz. Doların en zayıf hale geldiği yer olarak da yabancı para rezervleri gös­terilebilir.

Küresel ticaretin yüzde 40’ı dolarla gerçekleşiyor

Küresel ticarette ise, 2000’lerin ba­şında “küresel ticaretin yüzde 66’sı dolar olarak gerçekleşirken” günümüzde bu oran yüzde 40’lara kadar düştü. Oranlara bakıldığında her ne ka­dar bir düşüş görünse de; dünya ticare­tinde yüzde 10’dan biraz fazlasını oluş­turan ABD için, halen oldukça yüksek bir parasal hakimiyete sahip olduğunu görmek açısından önemli. (Uluslarara­sı emtia ticaretinde, günümüzde dola­rın baz para olması sürecini 1970’li yıl­larda Körfez ülkelerinin petrol ticare­tini dolarla yapma kararı büyük oranda perçinlemişti.)

Diğer taraftan doların açık ara ha­kim olduğu borç piyasaları ve dola­yısıyla döviz işlemlerindeki baskın rolü kolay kolay sarsılacak gibi gö­zükmüyor. Bunun en belirgin nedeni, G10 olarak tanımlanan ve dünyanın en büyük finansal piyasasına sahip olan ülkelerin sermaye akımlarında doları tercih etmiş olmalarıdır.

Günümüze gelindiğinde ise, artık Ba­tı bloğunun ardında, geçmişte IMF’in dolarla borçlanma programlarından ca­nı yanmış Latin Amerika ülkeleri, tica­ret ve teknoloji savaşlarıyla örselenmiş bir Çin ve Ukrayna - Rusya savaşı süre­cinde yaptırımlarla köşeye sıkıştırılmış bir Rusya görmekteyiz.

Xi Jinping’in Moskova ziyareti huzursuzluk yarattı

Geçtiğimiz birkaç hafta içinde Ba­tı dünyasında huzursuzluk yaratan bir takım gelişmeler yaşandığını da izle­dik. Bu gelişmelerden ilki Xi Jinping’in Moskova’ya yaptığı ziyaretti. Diğer şey­lerin yanı sıra dolar açısından önemli bir konu vardı ki; o da Putin’in “Rusya ile Asya, Afrika ve Latin Amerika ülke­leri arasındaki ödemeler” için “yuanı” kabul etme taahhüdüydü.

Aslına bakılacak olursa, bu görüşme­den önce Suudi hükümetinin Çin’e yapılan petrol ihracatının bir kıs­mını yuan cinsinden faturalandır­maya başlayacağını açıklaması da Batı açısından yeterince sinir bozu­cu olmuştu bile.

Diğer taraftan aynı zamanlarda Fran­sa’nın ilk LNG satışını yuan cinsinden yaptığı, Brezilya ve Çin ile olan ticare­tinin bir kısmı için de yine bu para biri­mini benimsendiği gözlerimizden kaç­madı.

İlave olarak, Brezilya ve Çin karşılıklı ticaretlerinde Amerikan doları yerine kendi yerel para birimlerini kullanmak üzere anlaşma imzaladılar. Yapılan bu anlaşma neticesinde, dünyanın en büyük ikinci ekonomisi olan Çin ve de Latin Amerika’nın en büyük ekonomisi olan Brezilya “yuan ve real değişim­lerini” arada doları kullanmadan di­rekt yapabilecek.

Yapılan bu anlaşmalar ve yaşa­nan son gelişmeler neyi ifade edi­yor ve perde arkasında neler olabi­lir dersek?

Hem Çin hem de Brezilya BRICS üyesi ve bu ülkeler Batı’nın Rusya’ya uy­guladığı ticari yaptırıma uymuyor.

Başlangıçta Brezilya, Rusya, Hindis­tan ve Çin’in baş harflerinden oluşan ve ardından Güney Afrika’nın da katılımı ile BRICS ismini alan bu tanımın isim babası ise, eski bir Goldman Sachs baş ekonomisti olan Jim O’Neill ve tanımın ilk hali 2001’e uzanıyor.

Bu oluşum 2014 yılında, 50 milyar do­lar başlangıç sermayesi ile Dünya Ban­kası ve Uluslararası Para Fonu’na alter­natif olarak Yeni Kalkınma Bankası’nı kurmuştu. Ayrıca, ödemelerle mücade­le eden üyeleri desteklemek için Koşul­lu Rezerv Düzenlemesi adlı bir likidite mekanizması oluşturmuştu.

Aslında bu oluşum, doların dün­yada rezerv para yoluyla yarattığı açık ara hakimiyete bir çeşit pro­testo niteliği de taşıyordu. Fakat o dönemlerde Çin, DB’de ABD’den son­ra 12,86 milyar dolar ile üçüncü ortak pozisyonundaydı. Ve de ipleri kopart­maya o dönem için çok da istekli gö­rünmüyordu. Ama bugün yeni dünya düzleminde çok şey değişti... Ve bu ya­pı sadece BRICS ülkeleri için değil pek çok gelişen ülke için cazip bir yapı ola­rak düşünülmeye başlandı.

Güncel gelişmeler Doğu tarafından destekli Rusya’nın Batı cephesiyle kur üzerinden yeni bir atağa geçtiğini ve bu durumdaki en önemli dayanağının da Batı tarafından teknoloji ve ticaret yap­tırımlarına maruz bırakılan Çin oldu­ğunu gösteriyor.

 

Bu açıdan bakıldığında, dünya tica­retinde dolar/euro dışı paraların dış ti­carette ağırlığının artacağı, dolar he­gemonyasının sarsılacağı aşikar olarak görünmekte. Bu yeni gelişmelerin IMF-DB egemenliğine ve dolayısıyla ABD egemenliğine son verebilmesi açısın­dan son derece hayırlı olduğunu söy­leyebilirim. Ama bu hegemonyayı kay­betmek istemeyenlerin bundan sonraki adımlarını ve oluşacak paradigmaları yakından takip etmek şartıyla…

 

*https://www.bis.org/publ/qtrpdf/r_ qt2212x.htm

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar