Çok işimiz var çok
Doğrusu bugünlerde Türkiye’nin dostlarının işi çok zor. Geçen hafta, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri konusunda Türkler ve Avrupalı dostlarımızdan oluşan yaklaşık 30 kişilik bir çalışma grubunun toplantısına katıldım. Amaç, birbirimizi dinlemek ve anlamaya çalışmaktı. Bir günlük toplantıdan çok şey öğrendim. Ama aklında ne kaldı, temel izlenimin nedir derseniz, işte aklımda kalan budur: Bugünlerde, kendi kamuoylarına karşı, Türkiye’nin dostlarının işi çok zor. Eğer “iğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır” diyen akıllı atalarımızın ne demek istediğini anlayabiliyorsanız, işe başlamamız gereken nokta tam da burasıdır. Neden kendi kamuoylarında Türkiye’nin dostlarının işi şu son on yılda zorlaşmıştır?
Özellikle Batı’da Türkiye ile ilgili giderek katılaşan bir olumsuz imaj var. Yenilerde aynı durumu mesela Arap ülkelerinde de görmek mümkün. Ben dolaştıkça değişen havayı görüyorum. Türkiye’nin, her konuda, üzerinde yeterince düşünülmemiş, sistemsiz tepkileri aynen böyle devam ederse bu hal yakında diğer ülkelere doğru da yaygınlaşacak bana sorarsanız. Benim gördüğüm, Çin en sonuncu örnek olarak alınabilir mesela. Şimdiden söyleyeyim sonra nereden çıkıyor bu böyle diye şaşırmayın, komplolar üretmeye başlamayın.
Bu hava, bir günde oluşmadı elbette. 2007’den beri gün be gün şekilleniyor. Bugüne dek, kamu diplomasisi stratejisi açısından bakarsanız, Türkiye için ortada derin bir başarısızlık var doğrusu. Önce bunu bir tespit etmemiz lazım. Kamu diplomasisi ile ilgili pek çok birim kurduk, konu ile bir sürü toplantı yaptık ama gelin görün ki ortada hala derin bir kamu diplomasisi açığı var.
Şimdi diyeceksiniz ki, “Türkiye’de açık tespit etmek istiyorsan, kamu diplomasisine gelene kadar ortada daha ciddi bir sürü açık var. Sıraya gir.”, doğrudur: Bir kere, yine akıllı atalarımızın zamanında ifade ettiği gibi, “ateş olmayan yerden duman çıkmaz”. Doğrudur: Türkiye’nin elbette ciddi bir demokrasi açığı ve buradan kaynaklanan bir dizi sorunu var. Doğrudur: Türkiye’nin elbette son derece ciddi bir hukuk ve adalet açığı var. Doğrudur: Türkiye ekonomisi bugün ciddi bir iktisadi resesyonun içindeyse, ortada yıllara sari bir ekonomi yönetimi açığı olmadığını kimse söyleyemez. Ama ben kamu diplomasisi açığı dahil tüm bu açıkların, uzun vadeli, genel bir politikasızlıktan, hedefsizlikten, eylemsizlikten kaynaklandığı kanaatindeyim doğrusu. “Memleketin hastanesi neyse postanesi de o’dur” ifadesinin ortaya koymaya çalıştığı hakikat tam da budur. Ne yapalım? Vakıa ile kavga olmaz. Vakıayı anlamak esastır.
Türkiye’nin ciddi bir kamu diplomasisi açığı da var
Türkiye’nin, kendi stratejilerini belirlemek ve kendisini anlatmak üzere üzerinde düşündüğü, bölgesel ve küresel gelişmeleri dikkate alarak, kendisini bu mavi yer kürede, kendi coğrafyasında, nasıl konumlandırdığını ortaya koyduğu, güçlü bir pozitif hikâyesi halen yoktur. “Türkiye’nin ciddi bir kamu diplomasisi açığı vardır” dediğim bu. Kamu diplomasisi ya da eğitimden ekonomiye, sağlıktan dış
politikaya herhangi bir konudaki politika, tekil olaylara tekil tepkiler vermek değildir. Özellikle kamu diplomasisi ve dış politika böyle yürütülürse, siz ne kadar iyi niyetli olursanız olun, dışarıdan bakıldığında, her olaya bir kılıf, her negatif gelişmeye bir bahane uydurmak gibi anlaşılır söylediğiniz her laf. İşin ahengi ve bütünlüğü olmazsa olmaz. Stratejisi olmayanın politikası olamaz.
Teknolojik değişim, katı olan her şeyi buharlaştırıyor
Bugün dünyayı anlamamıza imkan verecek en temel değişken teknolojik değişimdir. Yeni teknolojiler dünyayı giderek artan bir hızla dönüştürmektedir. Marifet, bu dönüşüm sürecinin tam ortasında, hareket halinde iken, kendinizi bu hareketin içinde konumlandırabilmektedir. “Dursun, otursun, toz duman dağılsın” deme lüksümüz yoktur, toz duman dağıldığında iş zaten işten geçmiş olacaktır.
Hatırlayalım 19. yüzyılda başlayan bir başka teknolojik değişim sürecini tam olarak kavrayamadığımız, kendimizi değişene uyarlayamadığımız, değişen dünyada kendimizi doğru konumlandıramadığımız için daha 20. yüzyılın başında bir imparatorluk kaybettik. Sonra kendimize dönemin özelliklerine uygun bir ulus devlet kurarak, o sayede, güçlü bir iktisadi altyapı ve yeni bir iş planı inşa ettik. Türkiye Cumhuriyeti bu açıdan baktığınızda bir büyük başarı hikayesidir. İmparatorluğun kalan bölgelerinde benzer ulus devletler hala daha tam olarak inşa edilemediği için, işleri bizden daha zor.
Şimdi 21. yüzyıl aynı 19. yüzyıldakine benzer derinlikte bir yeni teknolojik devrime sahne oluyor ve bu hızlanarak devam edecek. Bu kez, yenidünya düzeninde kendimizi konumlandırma konusunda daha bir uyanık ve hazırlıklı olmak durumundayız. Beni üzen ise ortada bu yoğun gelecek telaşını hala görememek . Türkiye’de bundan yirmi küsur yıl önce, genç nüfusun faydasını tartışırdık, hala sonuç aşamasına gelemedik, şimdi aynı atalet içinde “yaşlanan nüfus” sorununu tartışacağız diye korkmuyor değilim mesela.
Yaprak döker bir yanımız, bir yanımız bahar bahçe
Öncelikle içinde bulunduğumuz coğrafya nasıl değişecek? Teknolojik değişim yaşama kolaylığı, uzayan ömür, artan boş zaman demek iken aynı zamanda yaşlanan nüfus da iş planını kaybeden ülkeler ile artan yerel ve bölgesel eşitsizlikler getirecek demektir. Normal şartlar altında, zengini daha zengin, fakiri daha fakir edecek bir küresel sürecin içindeyiz. İşte bu dünyada kendimizi yeniden konumlandıracağız.
Ben, etrafımızda teknolojik gelişme kaynaklı iki farklı temel eğilim görüyorum doğrusu. Gördüğümü anlatmak isterim, sohbete başlarken. Öncelikle etrafımızda iki tür ülke grubu var. Birincisi serbestiyetin hakim olduğu memleketler ve milletlerinin fikir beyan etmede, karar almada serbest olmadığı ülkeler.
Ağırlıkla batımızda bulunan serbestiyetin hakim olduğu ülkelerde yerel, bölgesel ve küresel eşitsizliklere katkıda bulunacak temel mesele “yaşlanan nüfus” olacak gibi duruyor. Almanya bu hızla yaşlandıkça, büyüme oranı yapısal nedenlerle
kalıcı biçimde azalacak. Şimdi buna Brexit etkisi, Türkiye etkisi filan diyorlar ama bence negatif uzun vadeli faiz oranını getiren yapısal sorun yaşlılık ve işgücünün doğal nedenlerle azalacak olmasıdır. Bunu otomasyon ile dengeleyebilmek mümkün değildir. 21. yüzyılın temel küresel dengesizlik kaynaklarından biri budur. Çözüm yolu, sürdürülebilir göç politikalarından geçmektedir ve Türkiye’nin bu süreçte önemli bir rolü olacaktır.
İkinci olarak, ağırlıkla doğumuzda, kuzeyimizde ve güneyimizde yeni teknolojilerin getirdiği karbon bazlı olmayan büyüme nedeniyle önemi azalan petrol üreticisi ülkeler bulunmaktadır. Rusya’dan Azerbaycan’a, Suudi Arabistan’dan Libya’ya pek çok ülke iş modelini kaybedecektir. Bu bölge aynı zamanda, ağırlıkla müslümanların yaşadığı bir bölgedir. Bütün bu ülkelerin ekonomilerinin çeşitlendirilmesinde, bütün bu ülkelerde çoğulculuğun biçimlenmesinde ve de artan dini radikalleşme ile mücadelede Türkiye bir cephe ülkesi konumundadır ve önemlidir. Bu ülkelerin düzenli transformasyonu zora girdikçe, düzensiz ve zorunlu göç daha da ciddi bir problem haline gelecektir.
Türkiye kendisiyle ve kendi coğrafyasıyla barışmadan 21. yüzyıl, Türk asrı olamaz
Üçüncüsü, Türkiye yalnızca derin bir zorunlu dönüşüm yaşayacak ülkelere komşu olduğu için değil, bu tür ülkelere komşu bir “sanayi ülkesi” olduğu için, kendi ekonomisini dönüştürdükçe daha derin bir küresel rol oynamaya aday olduğu için önemlidir. Evet, Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından beri ilk kez, memleketin arsa değeri yine önemlidir. Ama artık Türkiye’nin nerede olduğu kadar ne olduğu da önem taşımaktadır. Dolayısıyla “yaşlanan nüfus” problemi nedeniyle daha da artacak batılı tasarrufların üçüncü ülkelerde verimli yatırımlara dönüştürülmesinde ve Batılı ülkelerin ihtiyaç duyduğu göçmenlerin beceri kazandırılarak, düzenli olarak, buralara aktarılmasında Türkiye önemli bir rol oynamaya adaydır. Her iki durumda da Türkiye’nin yabancı sermaye dostu bir ülke olmasının ön koşulu makul bir hukukun üstünlüğü çerçevesine sahip olmasıdır. Ülkede derin çatışmalar ve buradan kaynaklanan güvenlik endişeleri olmaması demektir. Türkiye, kendisiyle ve coğrafyasıyla tam olarak barışmadan kendi dönüşüm sürecini asla tamamlayamaz.
Şimdi ben bu öncüllerden çıkarak, Türkiye’nin hem ekonomi politikalarını, hem dış politikasını, hem de kamu diplomasisi stratejisini belirleyebileceğini düşünüyorum doğrusu. Çok işimiz var doğru ama bunlar hep yapılabilir işler. Bugüne kadar inanılmaz bir atalet içinde yapmadığımız budur. Kapanan kapılara üzülmektense, açılan yeni kapıların tespitine odaklanmak gerekir. Yakınmaktansa, harekete geçmekte fayda vardır. Malum, fırsatların kazası olmaz.
Geçen hafta, toplantı katılımcılarının açıklamalarını dinlerken tam da bunları düşündüm. Türkiye’nin dostlarının işi çok zordur. Neden? Değişen dünya karşısında kendisini yeniden konumlandırması gereken Türkiye’dir. Türklerin değişen dünya karşısında kendilerini yeniden konumlandırma konusundaki ataleti 21. yüzyılın Türk Asrı olması hedefini zora soktuğu gibi, Türkiye’nin yabancı dostlarının işini de bir hayli zorlaştırmaktadır. Burada Türkiye’nin yabancı dostları dediğimde, “duygusal” nedenlerle Türklerin lobisini
yapanlardan söz etmiyorum. Değişenin ve bu süreçte Türkiye’nin oynayabileceği rolün farkında olan, kendi yurdunu seven yabancılardan söz ediyorum. Nokta.