Çocuk ve çarık
Okula başlamadan önce herhangi bir ayakkabım olduğuna ilişkin zihnimde hiçbir iz kalmadığı halde, ayağımıza batan dikenlerin, ucu yakılmış iğnelerle çıkarıldığı olanca netliği ile zihnimde canlı durur. Nenemin ve anamın diken çıkarma konusunda epey uzmanlaştıklarını; ağlayarak eve gelen çocukları oturup özenle dikenleri saplandıkları yerden ayıkladıklarını anımsıyorum.
Babamın bana çarığı okula gittiğim yıl diktiğini; okul yolunda çamurlara battığımızı, eve geldiğimde ıslak ayaklarımın mosmor olduğunu, çarıklarımı ve nenemin ördüğü dizlerime kadar konçları uzanan renkli yün çoraplarımı çıkarıp, ocakta yanan kütüğün karşısına asarak kuruttuğumuzu unutmam… Daha sonraki zamanlarda ıslak ayaklarımızın uyuşmaması için soğuk suda bir süre beklettiğimizi, oradan çıkarıp sobanın karşısında çok yakınlaştırmadan kuruttuğumuzu da bugün yaşanmış gibi anımsarım.
Çok uzaklarda değil, altmış yıl öncesinin yaşantısı içinde "çarık" önemli bir yere sahipti.
Köyümüzde kavurma yapmak için, kurban bayramında, hastalık halinde ve yaban hayvanların saldırısına uğramış ve kurtarılması olanaksız yaralanmalarda hayvan kesilirdi. Kesilen hayvanların derileri bir tahta üzerine gerilerek çakılır gölge yerde kurumaya bırakılırdı.
Çarık, özellikle dana ve genç sığır derisinden yapılırdı.
Kurutulmuş deriler derede ıslatılır; bir süre bekletildikten sonra, yumuşak deriler çarık boylarına uygun biçimde kesilirdi. Eğer kağnı arabalarını boyunduruğa bağlayan kayış yapılmak isteniyorsa, ona göre de deri hazırlanırdı.
Ham deriden çarık güneşte ve rüzgarda çabuk kurur; kemik gibi olur, ayaklarda yara açardı.
"Hasıl edilmiş deri"den çarık rüzgarda ve güneşte sertleşmez, ayağı rahatsız etmezdi.
Çarık için kesilen deri parçaları üst üste yığılırdı. Sonra, yarısı dışarıda, yarısı suda kalacak biçimde birkaç gün bekletilir; ters çevrilerek bu işlem sürdürülürdü.
Su içinde iyice yumuşamış deriler, şap ve tuz karşımı bir eriyik hazırlanarak demet halinde o eriyiğin içine konur, eriyiğin içinde kalan ve dışında kalan kısımlar iki günde bir ters yüz edilerek deri on beş gün kadar işlenirdi.
İyice yumuşayan, kabaran ve tüyleri tamamen dökülen deri çıkarılır; demet halinde bir iki gün bekledikten sonra, kesilen parçalar koyu gölgeli yerde asılır; kuruması sağlanırdı.
Babam ilk çarıklarımı yaparken, merakla ve heyecanla başında bekledim.
Nenemin ördüğü dizge çoraplarımı, anamın yoz koyun yününden ördüğü kumaştan yapılan kahverengi körüklü pantolonumu, astarsız ceketimi giydim. Bezden çantamın içine babamın bir eski defterini yerleştirdikten sonra, Yeşiltepe'den Sulukgölü'ndeki okula doğru koşmaya başladım.Yolda Nuri Osman bekliyordu. Köyün yokuşunu koşarak indik. Ali Ağa'nın evinin önünde iyice kalabalıklaşan köy çocukları okulun bahçesini doldurduk.
Okul arkadaşlarımın çoğunun ayağında çarık bile yoktu.
İçimizde bir tek kara lastikli ayakkabı giyen vardı: Babamın emmisinin oğlu Duran… Duran en küçük emmim Salih ile yaşıttı; ikisi de benden üç yaş büyüktü. Salih'in ve benim ayağımda çarık, Duran'ın ayağında ise su geçirmeyen, çamuru kolayca yıkanan, köyün kış koşullarına meydan okuyan kara lastik ayakkabı.
Ortak bir aile içinde yaşadığımız halde, Duran'a kara lastik ayakkabı alınması, Salih emmimle bana alınmamış olmasının çocuk dünyamda yarattığı isyanın da kimliğimin oluşmasında tortular bıraktığına inanırım. Bir şeye daha inanırım: Biz, elle eğrilip bükülen, yer tezgahlarında dokunan, kök boyalarla renklendirilen yoz koyun yününden kumaşların, tek kollu dikiş makinelerinde dikilen astarsız ceketleri ve körüklü pantolonları, nenelerimizin ve analarımızın ördüğü çorapları giyiyorduk. Sonra jet uçaklarına binip, üç yüzyıldır sanayi devrimi içinde yaşamış insanları anlamaya, anladıklarımızı ülkemize taşımayı denedik. Bu kadar hızlı değişmeyi bir insan nasıl sindirebilir bilemiyorum.
Bizleri değerlendirirken, biraz da böyle bir objektiften bakın lütfen…