Çocuk bayramı değil, çocuklara hesap verme günü olsa
Bir 23 Nisan ‘Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı daha, esasında büyükleri eğlendiren ve büyüklerin reklam çalışmalarına hizmet eden bildik görüntülerle “kutladık”. Büyükler özel seçtikleri çocukları, cumhurbaşkanı, başbakan, meclis başkanı, milli eğitim bakanı, vali koltuklarına oturttular. Koltukların asıl sahibi büyükler, çocuklar karşısında kendilerince şirinlikler yaptılar. Basın mensupları koltuklara oturtulan çocuklara, sanki o koltukta asıl sahibi oturuyormuş gibi memleket meselelerine dair sorular sorarak müsamereye ortak oldular. Hep birlikte eğlendik “Bugün 23 Nisan, neşe doluyor insan” dedik.
Oysa çocukların kaderini belirleyen o yöneticiler, 23 Nisan’da seçilmiş çocuklara göstermelik sorular yerine, tüm çocuklara “Ne haldesin, beslenmen, yaşam koşulların, sağlığın nasıl, aldığın eğitimden tatmin oluyor musun, geleceğine güvenle bakıyor musun, çalışmak zorunda kalıyor musun, sokakta mı yaşıyorsun, şiddet görüyor musun?” diye sorsalar ve çocuklar da büyüklere hiç olmazsa yılda bir karne verseler, o karne nasıl olurdu? İşte o karneyle büyüklerin çocukların yüzüne bakacak hali olacağını sanmıyoruz:
Karne deyince Yüksek Öğrenime Geçiş sınav sonuçlarından başlamakta yarar var. Bu yıl yapılan sınavlara giren 2 milyona yakın öğrencinin, 40 soruda verdiği ortalama doğru cevap sayısı Türkçe’de 15.8, sosyal bilimlerde 10.7, matematikte 5.2, fen bilimlerinde ise 3.9. 12 yıl eğitimden ve çocukların bütün hayatını cendereye sokan sınavlara hazırlık sürecinden sonra ortaya çıkan sonuç, eğitimi yönetenler için yüz kızartıcı. Üstelik durum eski yıllara göre iyileşme de göstermiyor.
Eğitimin uluslararası düzeyde de karnesi yüz kızartıcı durumda. OECD’nin 65 ülke ve ekonomik bölgeyi kapsayan PISA araştırmasında Türkiye OECD içinde nal topluyor. Lise çağındaki çocukların bilgi ve analiz yeteneklerini ölçen testlerde Türkiye 34 OECD ülkesi içinde sondan üçüncü sıraya demir atmış vaziyette.
Demek ki eğitim sistemi çocukların 12 yılını alıyor ama ona kaliteli bir eğitim veremiyor. Eğitimde bir yoksulluk var. Yoksulluk sadece eğitimde değil, yaşam koşullarında da geçerli.
Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplamsal Araştırmalar Merkezi’nin (BETAM) yaptığı çalışmaya göre Türkiye’deki çocukların yarısı şiddetli maddi yoksunluk içinde bulunuyor. Avrupa Birliği İstatistik Ofisi (EUROSTAT), barınma, ısınma, her iki günde bir et, balık veya eşdeğeri besin alma, evden uzakta bir haftalık tatil yapabilme, beklenmedik harcamaları karşılayabilme, otomobil, çamaşır makinesi, renkli televizyon ve telefona sahip olmanın dahil olduğu 9 maddi imkanın dördünü yerine getiremeyen hanelerde yaşayanları şiddetli maddi yoksunluk içinde kabul ediyor.
AB ölçütlerine göre 2013 yılında 0-15 yaş arasındaki çocukların yüzde 49.8’i maddi yoksunluk içinde yaşıyor. Bu oran yıllardır krizle boğuşan Yunanistan’ın iki katından fazla. Çocuklarımızın durumu Bulgaristan gibi kişi başına geliri Türkiye’den çok daha düşük ülkelerden bile kötü.
Üstelik çocuklar arasındaki maddi yoksunluk oranları Güneydoğu’da yüzde 74,7’ye, Doğu Anadolu’nun kuzey kesiminde yüzde 69.3’e, güney kesiminde yüzde 61.4’e kadar çıkıyor.
TÜİK’in verilerine göre de yoksul nüfusun yüzde 44.3’ünü çocuklar oluşturuyor. Çocuklar arasındaki yoksulluk oranı erkeklerde yüzde 32, kadınlarda yüzde 33.1 düzeyinde.
Bebek ölümleri gibi temel sağlık göstergelerinde de AB ortalamalarının neredeyse iki katı düzeylerde bulunuyoruz.
Çocuk işçiler, sokak çocukları, suça itilen çocuklar, çocuk gelinler, çocuk intihar oranları ve şiddet gibi uç örneklerde de Türkiye’nin karnesi hiç iç açıcı değil.