Çin’in Kuşak Yol Politikası ne manaya geliyor?
Çin şu anda reel olarak dünyanın en büyük nüfus ve ekonomisine sahip ülkesi. Resmi istatistiklere göre ekonomisi ABD’den sonra ikinci sırada ama realitede dünyanın en büyük ekonomisi. Daha önceki Amerikan yönetimlerinin Çin’in dünyanın en büyük ekonomisi haline gelmesi hususunda duyduğu endişeyi, Trump yönetimi açık bir söylem haline getirdi ve Çin’e karşı askeri olmayan bir sıcak ekonomik savaş başlattı.
Amerika Birleşik Devletleri’nin endişesini anlamak zor değil. Güçlü rakibinin sivrilmesini istemiyor. Dünyanın tek olmasa da ‘en’ hakim ekonomik, askeri ve siyasi gücü kendinden önceki benzer devlet ve imparatorlukların yok oluş sürecine girmekten korkuyor. Bu süreci tetikleyecek gücün de Çin olduğunu düşünüyor.
Çin ise, bu köşede 2005 yılından itibaren yazıldığı üzere 1978 yılında başlayan dışa açılma sürecinde ‘birinci’ (mal ihracatı) nesil uluslararasılaşma sürecini tamamladı ve ikinci (hammadde tedariki, yatırım) uluslararasılaşma sürecini başlattı. Amerika’da panik yaratan gelişme de bu.
Çin ikinci nesil uluslararasılaşma sürecinde One Belt- One Road (OBOR/ Kuşak Yol insiyatifi) fikrini ortaya attı. Bir barışçı uluslararasılaşma projesi olarak lanse edilen bu hamle batı pazarları ile Çin arasındaki kara ve deniz yollarının canlandırılması ve geliştirilmesi hedefleniyor. Çin ortaya bazı güzergahlar da attı. Daha önemlisi, bu projeleri uygulayan ülkelere finansman desteği sağlayacağınız söyledi.
Finansman deyince akan sular durur. X ülkesindeki liman ya da demiryolu projesini Çin’in finanse etmesi en çok o ülkedeki hükümetleri sevindirir. Mutlu mesrur eyler. Öyle ya ülkende alt yapı projeleri gerçekleştirilecek ve Çin’e olan borçlanmanın faturasını sonraki hükümetler ve jenerasyonlar ödeyecek. Dolayısıyla, detaylı fayda maliyet analizlerine, fizibilite raporlarına da gerek yok. Finansman hazır.
Tabi OBOR altyapı projelerini finanse eden Çin Hükümeti, civata somununa kadar, işçilerine kadar neredeyse tüm maliyetleri Çin şirketleri ve çalışanlarına ödüyor. Yani Çin, finansmanı sağladığı projelerin istihdam ve mal tedarikini tamamen kendi ülkesinden yaparak katma değeri (ve ekonomik büyümeyi) kendi ülkesine kazandırmayı amaçlıyor. Böyle olunca projenin gerçekleştiği ülke bir taraftan Çin’e borçlanırken diğer taraftan projenin yatırım döneminde hiçbir katma değer ve ekonomik büyüme elde edemiyor.
Daha önemlisi, OBOR ve benzeri paketler altında gerçekleştirilen bu tür Çin yatırım projeleri o ülkeye Çin sanayi mallarının akışını hızlandırıyor. Diğer yandan da o ülkeden Çin’in alacağı hammaddeleri daha ucuza elde etmesini sağlıyor.
Çin esasında İngiltere’nin sanayi devriminden sonra yaptıklarını bu yüzyıl şartlarında tekrarlamaya çalışıyor. 19. Yüzyılda İngiltere nasıl ‘dünyanın fabrikası’ olarak sınai katma değer üretmeyi hedeflediyse şimde Çin 21. yüzyılda ‘dünyanın fabrikası’ olmayı istiyor. Yani, tüm dünyadan en ucuz şartlarda hammadde temin edilmesi ve bunlar kullanılarak üretilen mamul malların da dünyaya satılması.
OBOR bu hedefin en önemli aracıdır. Zira mamul mal satımı ve hammadde temini ticareti kolaylaştırıcı ulaşım ağlarıyla mümkündür. Çin’in ikinci nesil uluslararasılaşma sürecinin temeli de daha önce söylendiği gibi OBOR haline gelmiştir. Ancak, bu sürece 13. Kalkınma Planı’yla Çin’in dünyaya ucuz mal yerin teknolojik içeriğe sahip veya markalaşmış pahalı mal satma hedefini de eklemek gerekir. ABD’nin Huawei’e karşı takındığı tavrı böyle açıklayabilirsiniz. Zira Huawei, pahalı ve teknolojik mal sektörü olan
elektronik haberleşme de dünyanın eski devlerini güçlü stratejilerle yıkmayı ve Türkiye’de de dahil olmak üzere yenilerinin ortaya çıkmasını da engellemeyi başarmış bir şirket.
Kısacası, OBOR konseptine ve bununla ilgili projeleri ve Çin devlet ve şirketlerinin stratejilerini diğer ülkelerin çok dikkatli incelemesi gerekiyor. Çin’de düzenlenen Şangay İşbirliği Örgütü toplantılarında ve ülkemizde Çin’li yetkililerin de katıldığı toplantılarda bu durumu kendilerine açıkça ilettim. Ancak, bu köşede de ele almakta faydalı olan bir konu.