Çin’den pay almanın tam zamanı
Dünyanın en büyük ikinci ekonomisi olan Çin ekonomisi, Temmuz ayında perakende satışlar ve sanayi üretiminin tahminlerin altında kalmasıyla uzun süreli bir çöküşün işaretlerini veriyor.
Merkez Bankası'nın salı günü gösterge borç verme faizinde yaptığı indirim, yatırımcıların beklentilerinin aksine sınırlı bir tepki gibi gözüktü. Deflasyon durumu, Çin'de faaliyet gösteren uluslararası şirketler de dahil olmak üzere emtiadan inşaata kadar her şeyi etkiliyor. IMF daha önce Çin'in bu yıl küresel büyümeye %35 katkıda bulunacağını öngörürken, bu hedef artık pek olası gözükmüyor.
Çin uluslararası yatırımcı nezdinde itibar kaybediyor
Çin hükümetinin şeffaflık eksikliği konusunda da artan bir endişe var. Başkan Xi Jinping'in iktidara gelmesinden bu yana ekonomik verilerin yayınlanma sürecinde eksikler ve kesintiler oldu.
Ülkeden gelen son raporlar yetkililerin ekonomistleri olumsuz gelişmeleri tartışmaktan kaçınmaları ve ifadelerini yumuşatmaları konusunda uyardığını gösteriyor. Olumsuz ekonomik bilgilerin saklanması, ülke içinde güveni arttırmanın bir yolu olarak görülüyor.
Ancak SOAS Çin Enstitüsü Direktörü Steve Tsang gibi uzmanlar bunun uluslararası yatırımcılar açısından güvensiz bir ortama işaret ettiğini söylüyor. Oxford Üniversitesi Çin Merkezi'nden George Magnus'a göre Pekin'in iş öncelikleri çok açık; devlet ortaklı işletmelere yönelik politikalar ve destekler öncelikli durumda. Özel girişimler ise ancak parti çizgisi ile uyumlu oldukları sürece kabul görebiliyorlar.
Çin küresel kaygıları artırdı
Mevcut durum küresel liderleri de korkutuyor, öyle ya Çin artık dünya için sorun yaşamasına izin verilemeyecek büyüklükte bir ekonomi! Başkan Biden, ekonomik zorlukları nedeniyle Çin'den "saatli bomba" olarak bahsediyor ve zayıf bir Çin'in güçlü bir Çin'den daha tehlikeli olabileceği tartışılıyor.
Riskleri bir tarafa koyarsak Türk şirketleri için fırsatlar var
Çin- ABD ve Çin- AB gerilimleri, yapay zeka yarışı, Çin’in yayılmacı politikaları, global üretimin büyük yüzdesini elinde tutması, COVİD sonrası Çin kaynaklı tedarik zinciri sorunları bize gösteriyor ki, Çin eskisi gibi rahat olamayacak. ABD ve AB bağımlılıklarını kırmaya yönelik adımlar atıyorlar. Örneğin ABD ileri teknoloji yatırımlarını Çin’den uzaklaştıracak hamleler yaptı. AB alternatif tedarikçi arayışlarını sistematik hale getirdi. Bu noktada Türk şirketleri, Çin’den pay alabilir mi?
Ticarette maliyet, kalite, hız üçlüsü belirleyici ve Çin bu konuda çok iyi. Ancak biz de en azından kalite ve hız noktasında kendimizi geliştirdik. Yukarıda yaşanan siyasi, ekonomik ve jeopolitik savaşlar aslında Türkiye’yi cazibe merkezi haline getiriyor. Ancak bir makro, bir de mikro koşul var. Makro koşul şu; Türkiye yönünü Rusya- Çin ekseninden kaydırıp, Batıya dönmeli.
Neden derseniz, zaten AB ve ABD pazarları için rekabet içinde olduğun bir ülke ile işbirliği yapman ve sırtını en büyük pazarlarına dönmen ekonomik anlamda mantıksız. Batı Çin’e alternatif, güvenli üretim ve tedarik rotaları ararken, bu neden biz olmayalım. Son dönemde İrlanda, Polonya ve Romanya gibi ülkeler, bizim yakalamamız gereken çok önemli fırsatları yakaladılar. Biz iç siyaset ile çok vakit kaybettik. Türkiye’yi yapısal reformlar ile Batı nezdinde güvenilir bir yatırım ortamı haline getirmemiz gerek.
Mikro koşul ise şirketlerimizin, maliyet tarafını da rekabetçi hale getirecek şekilde kendi yönetsel ve üretim/hizmet kapasitelerini artırmaları. İşe, şirkete, insanlara, teknolojiye, hatlara, makinalara, dijitalleşmeye yatırım yapmaları. Ölçeği yakalamaları ya da inovasyon ile farklılaşarak, Çin firmalarından farklı ürün/hizmetler ortaya koyabilmeleri. Bu noktada, Çin kaynaklı sorunların lehimize oluşturduğu fırsatların makro ve mikro düzeyde farkında olmalıyız.