Çin'in iç talebi, bizim dış talebimiz yaralı
Küresel sistemik kriz sonrasında gelişmekte olan piyasalara yönelen o yoğun sıcak para, her ülkeyi farklı yönlerde etkisi altına alıyor. Yatırım iştahı öylesine soğuk isteksiz ki, bu bekle gör politikası; bugünden yarına ertelenen önemli projeleri rafa kaldıran sürece giriyor. Çin için 2012 büyümesine öngörülen ilaç, iç talebi harekete geçirebilmek; Türkiye içinse, dış talebi. %4 büyüme hedefine istihdam kaybı vermeden, işsizliği tek haneden çift haneye yükseltmeden gerçekleştirebilmenin çaresi olarak görünüyor. Para girişiyle değerlenen TL'nin geçişkenlik etkisi, enflasyonu dizginde tutacağını şubat enflasyonunda ortaya koydu. Yıllık bazda %10.6 zirvesinden kopuldu, aylık bazdaysa çekirdek enflasyon yönünü aşağı çevirdi. Enflasyon, yıl sonu %6.5 hedefine yaklaşabilir yaklaşmasına da, bunun ekonomiye bedeli ne olur? Bu sorusunun yanıtına ilişkin kafalar karışık. Öyleyse bir çözüm arayışı, dışarda olduğunca içerde de sürüyor.
1. Sıcak paranın bir girerken bir de çıkarken ki etkileri hiç unutmamalıyız. Doğrudan tüketimimizi hedefleyen o; alışveriş merkezleri, arz fazlasıyla biriktirmiş konut stokumuz, gayrimenkul dağları tepeleri adaları iç talebin dış finansmana kırılgan yapısı, ne kadar süre ekonomide zarar vermeden sürebileceğini hesaplamaktan bıkkınlık, çözüme açlığı körüklüyor. Özel sektörün güncel döviz pozisyonu yaklaşık -120 milyar dolar, hane halkınınsa +56 milyar dolar. Özel sektörün yatırımlarını içeriği ve finansman şekli yakından talip edilmelidir.
2. Japonya'yı unutmamak gerekiyor. Zira Japonya, küresel ekonomi için borç artışının nasıl içinden çıkılmaz bir olgu olduğunun ispatını yaşıyor. BOJ, bono alışlarıyla faizleri sürekli düşük seviyede tutuyor. Kanında dolaşan şekere alışmış karaciğerin geliştirdiği insülin direncine benzeyen bir BOJ'un bono alımına bağımlılık oluşmuştur. BOJ'un alımlarını durdurmasının bono fiyatlarını düşürmesi kaçınılmazdır. Fiyatlardaki düşüşler, aktifinde bono tutan bankacılara zarar yazdıracaktır. İşte bu paradokstan sıyrılamayan Japonya, henüz bu sorunu aşabilecek çözümler üretebilmiş değil..
3. KOBİ'leri (küçük ve orta boy işyerleri) kof olarak gören bakışımızı değiştirmeli, onları istihdamın en sağlam bekçileri olarak nitelemeliyiz. Yatırımlarına teşvikler sunmalıyız. Teşvikler, silah gibidir. Doğru kullanırsanız savunma, hatalı kullanırsanız kendinize ya da bir başkasına zarar vermesinin önüne geçemezsiniz.
Öyleyse ders alalım. Belirli sektörlerde vergileri indirmekten çekinmeyelim. Hele de bu sektör oyuncuları, yüksek istihdam sağlayan kategorideyseler bunları koruyan kollayan politikalar geliştirelim. Dışa bağlanmışlık ekonomimizi insüline dirençli kılmadan yapısal dönüşümlere önem verelim.