Çin Yükseliyor mu?
Çin gücünü küresel çapta genişletme siyasetini hızlandırmışa benziyor. İster iktisat, ister siyaset, ister askeri alanda olsun, dünyanın nüfusu en kalabalık ülkesi, elindeki bütün imkanları kullanarak nüfuzunu geçmişe ilgi alanı dışında kaldığı düşünülen bölgelerde yaygınlaştırmakta kararlı gözüküyor. Acaba dünya bir Çin dönemine mi giriyor?
Acaba Çin’in yayılmacılığına çok elverişli tarihi bir dönemden mi geçiyoruz?
Şu anda geçmekte bulunduğumuz dönem birkaç bakımdan Çin’in nüfuzunu genişletmesi için altın bir dönem olarak görülebilir. Bu altın fırsatı yaratan gelişme Amerika Birleşik Devletleri’nin dünya düzenine meydan okuması ve adeta altını oymasıdır ki, bu gidiş Çin Cumhurbaşkanı Şi Jinping’I birçok bakımdan dünya düzeninin koruyucusu konumuna getirmiştir. Ancak maalesef, bu fırsat penceresi, Çin’in de güçlüklerle karşılaştığı bir döneme tesadüf etmiş bulunuyor. Çin’in karşı karşıya bulunduğu aşırı borçlanma de bankacılık krizi bu ülkenin daha iddialı davranma kabiliyetini sınırlamaktadır. Ayrıca eklemek gerekir ki, Çin, özellikle yatırımlar vasıtasıyla, dünyanın yeni bölgelerine erişmeye giriştiğinde, bu işi daha önce yapmış ülkelerin karşılaştığı kültür temelli sorunlarla karşılaşmaktadır. Hatta, Çinlilerin faaliyette bulundukları bölgelerde kültür farkları konusunda daha duyarsız davrandıkları ve daha yüksek düzeyde bir kendini beğenmişlik sergiledikleri ileri sürülmektedir.
Eğer önlerinde bir altın fırsat varsa, neden dünya ile ilişki kurma biçimlerini değiştirmiyorlar?
Öncelikle, Çin’in yönetim biçimi ve iktisadi sistemi arasında bir uyumsuzluk olduğunu teslim etmemiz gerekiyor. Çin hükümeti, giderek yoğunlaşan rekabetin karmaşıklaştırdığı dış dünyayı kendine özgü bir görüş açısıyla anlamlandırmaya çalışıyor. Örneğin, Çin Pasifik bölgesinde nüfuzunu genişletmeğe çalışıyor. Bunun dışında, Amerika ve Hindistan ile de yoğun rekabet içinde. Buna karşılık, dünya görüşünü sadece iktisat, güvenlik ve siyasi ideolojisi değil, buna ek olarak tarihi kültürü de şekillendiriyor. Çin dünyaya yayılmaya çalışırken, artık pek de haksız sayılmayacak bir kuşku ile karşılandığını görüyor. Bir örnek olarak Çin’in Pasifik’teki gücünü nasıl yaygınlaştırmağa çalıştığına bakalım. Pasifik’te Paracel ve Spratley gibi Çin’in daha önceleri üzerinde hak iddia etmediği takım adalar var ki, şimdi buralarda hak iddia etmeğe başladı. Bazı durumlarda adaların hukuki statüsü çok yıllar önce yapılan anlaşmalarla belirlenmiş ama buralarda hak iddia etmek Çin’in aklına yeni geldi. Bunun sonucunda, şu anda Çin’in deniz yoluyla komşu olduğu her ülke ile, kimi karasuları, kimi adaların mülkiyeti ve kimi iktisadi bölge konularında olmak üzere ihtilafları var. Bazı adalar ve kumdan ibaret adacıklar üzerinde uçak pistleri ve gemilerin yanaşabileceği tesisler inşa ettiği günümüzde sır olmaktan çıkmış gerçekler. Çin donanmasını da her gün büyütüyor. Türkiye için de lginç olan bir husus, birkaç yıl önce Ukrayna imalatı bir uçak gemisi gövdesinin Boğazlardan geçirilerek Çin’e gitmesiydi ki, böylece Çin ilk uçak gemisine kavuştu. Şimdi bir ikincisini kendisi imal ediyor. Bütün bu gelişmeleri biraraya koyduğunuz zaman, Çin’in gücünü genişletme dönemine girdiğine kuşku yoktur. Bunun karşısında, birçok ülke Çin’in davranış saiklerine kuşku ile yaklaşmaktadır.
Avrupa ile ticari ilişkileri güçlendiriyor
Çİn iktisadi odaklanmasını da değiştirir gözüküyor. Bu yılın ilk yarısında, geçen yılın ilk yarısına kıyasla Çin’in Amerika’daki doğrudan yatırımları yüzde 92 oranında düştü. Bunun aksi yönündeki bir gelişme ise Çin’in Avrupa’daki yatırımlarında yaşandıysa da, şimdi Avrupa da Çin’in ticaret ve iktisat politikalarını daha sıkı denetlemeye yöneliyor. Bu olanlar Trump’a karşı bir tepki mi yoksa başka faktörler mi devrede?
Bu soruya ancak spekülatif yanıt verilebilir. Çin de herhalde bunun bir istisnasını teşkil etmiyor; hemen her ülke Trump’ın adımlarını kestirmekte zorlanıyor. Ancak, geçmişte de Amerika’nın, güvenlik endişeleri ileri sürerek, ülkesinde Çin’in yatırım yapmasını kısıtladığı unutulmamalıdır. Bu çerçevede, Çin’in Los Angeles limanının işletmesini devralmak istediğinde, bunun güvenlik gerekçesiyle geri çevrildiğini hatırlayabiliriz. Çin’in şu anda Amerika’daki yatırımlarını azaltması Amerika ile ilişkisinin nereye gideceğini ketirememesinden kaynaklanıyor. Buna karşılık Çin, muhelif yollardan Avrupa’ya ulaşma hedefini güden İpek Yolu projesini yürütmeye çalışıyor. Dolayısıyla, Çin yatırımlarının da aynı yolu izlemesinde şaşılacak bir husus yoktur. Doğal olarak, tarafların Amerika’ya duyduğu güvensizlik, Avrupa-Çin ticaretini de etkilemektedir. Fakat, bu durumun Çin’in genel dış politikasında büyük değişikliklere yol açıp açmayacağını kestirmek için vakit henüz biraz erkendir.
Türkiye, Çin ile ilişkisinin gelişmesinden memnun
Çin Türkiye ile de ilişkilerini derinleştirmeye yatkın görünüyor. Türkiye’nin bir NATO müttefiki olması ve belki de geopolitik konumu nedeniyle tehlikelere ne açık müttefik olduğu hatırlanacak olursa, NATO’nun rakipleri açısından bir hedef ülke olark değerlendirilebileceği akla geliyor. Çin, Avustralya’da siyasi nüfuz satın almakla suçlanıyor ve Amerika’da da bu tür eylemler yaptığı tahkikat konusu yapılmış durumda. Türkiye, Çin’in bu gizli-kapaklı iş görme üslubundan endişe etmeli midir?
Türkiye birçok açıdan Çin ile gelişen ilişkisinden muhtemelen memnuniyet duymaktadır. Geostratejik açıdan düşünüldüğünde, Çin ile iyi ilişkiler Rusya ile olan ilişkileri dengeleyecek bir karşı kaynak olarak görülebilir. İkinci konu Amerika’nın dünya ticaretine yaklaşımı ile ilgilidir. Dünya ticaretinin işleyişi öngörülebilirliğini yitirdiği ölçüde, Çin ile ticaretin önemi artmaktadır. Ayrıca, Türkiye, Çin’in .Avrupa piyasalarına ulaşma çabasında bir üretim üssü olarak bu ülkeden yatırım çekme ümidi beslemektedir. Hatta, bilebildiğim kadarıyla, Avrupa piyasaları için Çin otomobillerinin Türkiye’de üretilmesi olasılığı şimdiden ülkeler arasında konu edilmiştir. Şurası muhakkak ki, diğer ülkeler için de söz konusu olduğu gibi, Çin iktisadi gücünü bölgemize yaydıkça, bunu siyasi güce de tahvil etmek isteyecektir. Ancak bunun çok kolay olacağı düşüncesinde değilim. Türkiye’nin gelişen Türk-Çin ilişkisinden memnuniyet duyduğunu ve Çin’den çekinmediğini düşünüyorum.
Bir takım gizli-kapaklı yollardan nüfuzunu arttırma uygulamalarına gelince, bunun herhalde Çin’e özgü olduğu ileri sürülemez. Bütün ülkeler bu türden araçlara başvurabiliyorlar. Unutmayalım ki, Soğuk Savaş döneminde Amerika, Komünistler seçim kazanmasın diye, İtalyan seçimlerine para dökmüşlerdi. Tabii, bu sadece bir örnek ve kolaylıkla da çoğaltılabilir.
Bu nedenle, diğer ülkelerin de yaptığı gibi, Çin’in de,ilişki kurduğu ülkelerdeki nüfuzunu güçlendirmek için, birçok yola başvurması bizleri şaşırtmamalıdır. Her ülke bu ihtimale karşı ve salt Çin ile sınırlı kalmamak üzere tedbirini almak zorundadır.