Çin tehdidi artıyor
Bu köşede borçlanma üzerine bir düzine yazı yazmışımdır. Birinde de küresel kriz bize borçlanma sorunu hediye etti demiştim. Yanılmamışız, hatta ifadeyi daha da sertleştiriyorum “küreselleşme dünyayı borç batağına soktu” diyorum.
Açıkçası bu sonuç çokta şaşırtıcı değil. Çünkü küreselleşme aslında sermaye hareketlerinin serbestliği demektir. Sermaye hareketlerine hiçbir sınır koyulmamış olması, ülke ekonomilerini aniden dengesizliğe düşmelerine neden oldu/oluyor. Çünkü sermayenin ülkeye girişi arttığında büyüme oranı yükseliyor, işsizlik azalıyor, refah artıyor. Sermaye çıktığında ise geride çoğu zaman borçlu bir ekonomi bırakıyor.
Borçlanma düzeyi için basit bir oran kullanılıyor: Borç/GSYH. Bu oranı herkesim için devlet, özel kesim, hanehalkı için kullanılabilir. Eğer oran düşük ise ülke de borç sorunu yoktur yorumu yapılır. Halbuki bu oran içinde basit bir sır gizliyor. Oranın payı stok değişken yani küvetteki su miktarı gibi, buna karşın GSYH akım değişken yani küvete musluktan akan su gibi. Dolayısıyla GSYH düşerse ya da borçtaki büyümenin altında kalırsa, oran büyür (vice versa). Bu olguyu Çin birkaç yıldır yaşıyordu, fakat şimdilerde durum “imdat” noktasına geldi.
Uluslararası Ödemeler Bankası (BIS) bu hafta yayınladığı verilere getirdiği yorumda Çin bankalarının batmak üzere olduğunu söyledi. Paniğin nedeni Çin’de Borç Stoku/GSYH oranı %249 düzeyine, borç miktarının da 25 trilyon dolara ulaşması. Çin bu hale nasıl geldi, sıralayalım:
- Büyüme oranı düşüyor. 2007 yılında %14,2 olan oran, 2010’da %10,6’ya, 2015’de %6,8’e ve nihayetinde 2016 yılının ikinci çeyreğinde %6,3’e geriledi. Yani söz ettiğimiz orandaki pay da (GSYH) sorun çıktı.
- Çin ekonomisi dış talebe dayalı olarak hızlı büyüdü. Kriz sonrası dünya ölçeğinde dış ticaret hacmi düştü. 2016 yılında Çin’in ihracatı ilk ve ikinci çeyrekte %2 azaldı.
- Çin 2010’dan sonra yavaşlayan dış talebi telafi etmek için iç talebe yöneldi. Bunun için bankaların kredi plasmanları kolaylaştırıldı, faiz oranları düşürüldü.
- Bunu yaparken sadece tüketim harcamalarını değil, konut yatırımlarını da artırdılar (size bu önlemler tanıdık geliyor mu?)
Kısa dönemde büyümeyi %6 düzeyinde tuttular, ancak kredi genişlemesi borçlanma düzeyini ödenemez hale getirdi. Çin’deki olası krize kayıtsız kalmak mümkün değil. Çin dünyada en fazla ihracat yapan (yaklaşık 2,2 trilyon dolar) ülke. ABD, AB ve Japonya’nın en önemli ticaret ortağı. Dolayısıyla Çin’in krize girmesi dünya ekonomisinin yeni bir krize girmesine kaynaklık eder.
Nitekim OECD’de yayınladığı yeni bir raporda 2017 yılının dünya için 2008 yılından daha zor olacağını açık açık ifade etti.
OECD’yi yeni kriz geliyor kaygısına düşüren olgu dünya ticaret hacmindeki daralma. OECD verilerine göre dünya ticaret hacmi 1986-2007 döneminde dünya dış ticaret hacmi %3,4 büyürken, 2011-2015 dönemindeki artış %1,3’de kaldı. OECD tarafından yapılan çalışmada kullanılan başlık tek başına sorunun büyüklüğünü gösteriyor. Başlık şöyle: “kalp krizi mi, baş dönmesi mi…”
Çin bilinen bir yanlışı yaptı, iç talebi borçla finanse etti. Üstelik iç talebin yatırımın bacağındaki tercihleri dış ticarete konu olmayan konut sektöründen yana kullandılar. Kısacası taşa, çimentoya para bağladılar, kriz de kaçınılmaz oldu. 1929’dan bu yana yaşanan krizlere bakarsanız, benzer durumların defalarca yaşandığını görürsünüz. Sonuç şaşırtıcı değil.