Çin kaynaklı riskler Merkez’in kadrajında mı?
Rusya ile Ukrayna arasındaki ateşkesin kalıcı olacağı, Yunanistan’ın AB ile eninde sonunda anlaşacağı beklentileriyle piyasalarda temkinli bir iyimserlik oluştu. İhtiyatlı diyorum çünkü henüz fiyatlanmamış risk faktörleri olabilir.
Öncelikle, petrol tarafı tam bir muamma haline geldi. Brent petrolün fiyatı 63 dolara dayandı. Üç haftada yaklaşık yüzde 40’lık bir yükseliş var. Sene başında tahminlerimizi paylaşırken, olumlu faktörler arasında ilk sıraya enerji fiyatlarını koyuyorduk. Algı birden değişti. Tabii fiyat artışının temel senaryoyu yansıtıp yansıtmadığı tartışılır. Küresel petrol talebinde bir değişim yok. Diğer taraftan arz bolluğu devam ediyor. Daha da önemlisi, petroldeki fiyat savaşı sürüyor. İran bu hafta, pazar payını artırmak için fiyat indirimine gideceğini açıkladı. Suudi Arabistan uzun süredir düşük fiyattan petrol satıyor. Fiyattaki bu muazzam artışın sebebi, finans piyasalarının en önemli oyuncuları olan hedge fonlar olabilir. Bu fonlar, fiyat düşerken alım yapıyorlardı. Yetmiş dolardan, altmış dolardan, elli dolardan, sürekli aldılar. Mevcut fiyat seviyelerinde, zararlarının ne kadarını karşıladıkları bilmek mümkün değildir. Petrolle ilgili beklentiniz ne olursa olsun, piyasanın verdiği mesaja saygı göstermek gerekir. Altmış doların üzerinde geçirilen her gün, petrol boğalarının moralini artırıyor.
Petrol deyince, akla ilk gelen ülke Çin oluyor. Dünyanın en büyük petrol ithalatçısı olan Çin ekonomisinden negatif sinyaller geliyor. Son dönemde yayımlanan ekonomik veriler beklentilerin altında kalıyor. Çin yönetimi ekonominin daha fazla hız kesmesini istemiyor. Zorunlu karşılık oranlarını, faiz oranlarını indiriyorlar. Ekonomi ne zaman zorlansa, para politikasını gevşetirler. Bu sefer daha agresif adımlar gerekebilir. Çünkü beklentiler son yıllarda hiç bu kadar bozulmamıştı. Çin’in en büyük şirketleri arasında yapılan son ankette, karamsarlığın tavan yaptığı görülüyor. Böyle bir moralsizlik en son 2008 krizinde görülmüş. Çin yönetimi büyümeyi yüzde 7’nin üzerinde tutmaya çalışıyor. 2015’te işleri her zamankinden zor olabilir. Yabancı yatırımcılar belli ki bunun kokusunu almışlar. Çin’den ocak ayındaki sermaye çıkışı 18 milyar dolar olmuş. Bu rakam, aylık bazda yedi yılın zirvesidir. Gelişen ülkeleri analiz ederken, Çin kaynaklı riskler arka planda kalıyordu. Fed, Ukrayna-Rusya gerginliği, Yunanistan’ın eurodan çıkışı gibi unsurlar öne çıkıyordu. Görünen o ki, önümüzdeki günlerde Çin’i daha fazla konuşacağız.
Küresel yatırımcılar bu tarz ortamlarda, yani önlerini tam olarak göremediklerinde, doğal olarak seçici oluyorlar. Gelişen ülkeler arasında sıralama yapıyorlar. Avrupa’dan Macaristan ve Polonya’yı öne çıkarıyorlar. Avrupa Merkez Bankası’nın ucu açık tahvil alım programının, bu ülkeleri destekleyeceğine inanıyorlar. Diğer taraftan, ateşkesin Rus ekonomisi üzerindeki baskıyı azaltacağını düşünüyorlar. Değerlemeler açısından cazip olan Rus hisselerine göz atıyorlar. Brezilya’daki siyasi durumun kötüye gittiğini gördükleri için, bu ülkeyle olan mesafelerini koruyorlar. Türkiye’deki faiz indirim eğiliminin, Meksika’daki faiz artırım isteğinin farkındalar.
Mevcut ortamda, sadece büyüme açısından bakarak Türkiye’de faiz tartışması yapmak yanıltıcıdır. Reel sektör zorlanıyor. Emlak piyasasında yaprak kımıldamıyor. Bu görülüyor. Küresel piyasalar gülistan olsa, faizi hızla indirelim. Yatırımcılar Fed’in olası faiz artırımının büyük ölçüde fiyatlandığına inanıyor. Olumsuz haber akışına rağmen, Yunanistan sorununun çözümleneceği fikri hakim. Rusya’nın bu seferki ateşkeste güven telkin ettiği söyleniyor. Açıkçası bu konularda bile büyük riskler var. Bundan sonra Çin manşetleri süsleyebilir ki bunun fiyatlandığına dair bir emare yok. 24 Şubat’ı sembolik bir faiz indirimiyle geçirmeliyiz. Aslında indirim olmasa da olur. Merkez Bankası dik bir duruş sergilemelidir. Yabancılar siyasilerin tavrına değil, kilit kurumların bağımsızlığına bakarak yatırıma gelir.