Çin ekonomisi tüketim odaklı büyümeye yönelebilecek mi?
Geçen ay Çin Komünist Partisi’nin 18. Merkez Komitesi’nin 3. Genel Kurulu gerçekleştirildi. Her ne kadar bizde pek bir haber olmadıysa da, bu toplantı ve sonunda alınan kararlar tüm gelişmiş ülkeler tarafından yakından takip edildi. Toplantının ana gündemi 2011 yılında yürürlüğe giren 12. 5-yıllık Kalkınma Planı’nda ekonominin büyüme motorunu ihracattan tüketime yönlendirme yönünde alınan prensip kararlarının fiili uygulamalarının neler olacağıydı.
Her ne kadar alınan kararlar detaylandırılmadıysa da, toplantı sonunda faiz ve kur politikalarının liberalizasyonu, bankaların ve KİT’lerin reformu, kırsal alanda toprak sahipliğinin yaygınlaştırılması ve kentsel göçlere serbestiyet sağlanması gibi piyasa yanlısı politikalara “kesin bir şekilde” geçilmesi karara bağlandı. Çin’in son 20 yıldaki hızlı büyümesinin ardında ucuz işçiliğe dayanan ucuz ihracat malları, devlet kuruluşları tarafından sübvansiyonlu kredilerle yapılan altyapı yatırımları ve arsa satışlarıyla denkleştirilen bir bütçe yapısı vardı. Ancak son dönemde bu 3 konuda da limitlere gelinmekte olduğu görülmekteydi. İşgücü artık o kadar ucuz değil (özellikle Vietnam gibi komşu ülkelere kıyasla), altyapı yatırımları giderek fizıbıl olmayan alanlara kaymaya başlamış durumda ve arsa satışları da artık köylülerin alım gücü limitlerine ulaşmış bulunuyor. Kârlı yatırım alanlarının azalması gayrimenkul balonu ve kapasite fazlalığı gibi riskleri de beraberinde getirmekte.
Çözüm ihracat ağırlıklı bir büyüme modelinden iç talep bazlı bir büyüme modeline geçiş yapmak. (Zamanında da Güney Kore ve Tayvan gibi başarılı Asya ülkelerinin hepsi böyle bir dönüşümü gerçekleştirmişti.) Bu süreçte de ağırlığı altyapı yatırımlarından tüketime, büyük KİT’lerden özel sektör KOBİ’lerine, sanayiden hizmet sektörüne ve bürokratik bir yapıdan piyasa kontrolüne vermek gerekiyor. Ancak ister istemez Parti ve devlet bürokrasisinin aleyhine olacak bu reformları gerçekleştirmek siyaseten çok da kolay değil. 1970’lerden bugüne kadar Çin ekonomisi bilim adamları ve mühendislerden oluşan bir grup teknokrat tarafından çökmüş bir merkezi planlama sisteminden yatırım ve ihracat odaklı bir ekonomiye başarılı bir şekilde dönüştürülmüştü. Bugün ise misyon çok daha farklı. Önemli bir soru Xi Jinping’in böyle bir misyonu uygulayabilecek güce sahip olup olmadığı.
Morgan Stanley Asya bölümünün eski Başkanı ekonomist Stephen Roach bu konuda iyimser ve 3 noktaya işaret ediyor: 1-2002 yılında Politbüro üyelerinin %72’si mühendis ve bilimadamı iken bugün bu sayı sadece %15. 2-Genel Kurul’da Çin DPT’si devreden çıkarılarak yerine Jinping’in başlangıç yapacağı bir Reform Kurulu oluşturulması kararlaştırıldı. 3-Önceki liderlerin aksine, Xinping’in parti, hükümet ve silahlı kuvvetler üzerinde güçlü bir hakimiyeti söz konusu.
Öte yandan, Batı basınında yazılıp çizilenlere bakılırsa, Çin’in hemen bugün tüketim odaklı bir ekonomiye geçmesinin elzem olduğu ve yoksa batacağı gibi bir izlenime kapılmak da mümkün. Açıkçası, bu temenninin arkasında 2007-08 krizinin önemli bir sebebinin küresel dengesizlikler olduğu ve Çin’in cari açığını azaltması ile bir daha böyle bir krize girme riskinin de ortadan kalkacağı şeklinde bir anlayışın yattığını düşünüyorum. Ancak, ne krizin ana kaynağı küresel dengesizlikler, ne de Çin bugünden yarına bir tüketim ekonomisine geçebilir. Çin, zaman içinde mutlaka ki, daha fazla tüketim ve serbest piyasa ağırlıklı bir ekonomiye geçiş yapacaktır. Zaten son toplantı da bu yöndeki kararlılığı net bir biçimde sergilemekte.
Öte yandan, Çin bu geçişi kendi dinamiklerini zorlamadan ve kontrollü bir şekilde gerçekleştirecektir. Bir defa, çok hızlı büyümüş olmasına karşın Çin’in kişi başına düşen gayri safi milli hasılası henüz tam bir tüketim toplumuna geçecek seviyede değil. İkincisi, halının altında (batık krediler ve mantar gibi büyüyen bir gölge bankacılık sistemi gibi) pek çok kir birikmiş durumda. Bu risklerin bir anda açığa çıkarak serbest piyasa kurallarına tabi olması ciddi çalkantılar ve iflasları gündeme getirebilir. Üçüncüsü Çin’in gelir dağılımı konusunda ciddi sorunları var. Hızla gelişen merkezler ile kırsal kesimler arasında büyük bir gelir uçurumu söz konusu.
Yeniden dağılımcı sosyal politikalara devam ettirilmesi gerekiyor. Son olarak da, nasıl Türkiye’de bir anda tasarruf oranlarını artırmak kolay değilse, Çin’de de tasarruf oranlarını bir anda azaltmak çok kolay değil. Bunun için, Çin’deki sosyal güvenlik ağının genişletilmesi ve bugüne kadar vatandaşlarının yüksek tasarruf yapmasında önemli bir etkisi olan “gelecek kaygısı”nın azaltılması şart. Ayrıca, nüfusun hızlı bir yaşlanma sürecine girmiş olması da ister istemez tüketimi kısıtlayan ve tasarrufları artıran bir olgu. Bunu aşmak için de yürürlükteki tek çocuk politikasının değiştirilmesi gerekiyor. Bütün bunlar ise hemen değiştirilse bile bugünden yarına etki yapabilecek politikalar değil. Kısacası Çin daha uzun bir süre tasarruf fazlası vermeye devam edecektir.