Çin: Dost mu düşman mı?
Çin bugünlerde herkesin aklında. Siyaset bilimcilerden iktisatçılara, siyaset adamlarından iş insanlarına kadar her kesim için Çin'in yükselişi bir yandan heyecan, diğer yandan endişe yaratıyor. Bununla birlikte, Hong Kong'da şahit olduğumuz son protestolar Çin’in dünyayı inandırmak istediği kadar sağlam bir konumda olmadığını göstermiştir. Bazen öngörülemeyen yönlerde gelişen ve halen oluşum aşamasındaki yeni küresel düzende Çin nasıl bir rol oynayacak ve Türkiye buna karşı nasıl bir tutum benimsemeli?
Türkiye'nin Çin ile olan ilişkisi son yıllarda hızla gelişiyor. Çin’in dünyadaki yeri ve gelişmesi göz önüne alındığında, Türkiye Çin’in yükselişini endişe ile mi karşılamalı?
İlter Turan: Türkiye Cumhurbaşkanı’nın Çin’e yaptığı son ziyaret bir kez daha, Çin’in, Türkiye ile iyi ilişkileri olan ve ülkemizin diğer büyük güçlerden kaynaklanan baskıları dengelemesine katkıda bulunabilecek büyük bir güç olacağına dair umutları güçlendirdi. Çin’in Türkiye’yle ilişkilerini incelerken, ümit vaat eden çok sayıda boyut yanında bir dizi sorunun varlığı da dikkati çekiyor. Çin’in iç siyasetinde Türkiye ile ilişkileri etkileyen konulardan başlayalım. Çin hükümeti, ülkede yıllardır süregelen etnik ve dini farklılıklardan derin rahatsızlık duyuyor. Farklılıkları yok etmeye çalışıyor. Örneğin, Çin’in Batısındaki Sincan bölgesinde Türk kökenli olan Uygurların bulunduğu geniş bir yerleşim alanı var. Aslında, buradaki insanlar bizim dilimize çok yakın bir dil kullanıyorlar. Çin hükümetinin nüfusu homojenleştirme çabaları uluslararası protestolar yarattı. Türkiye de zaman zaman Çin’in bu politikalarından duyduğu memnuniyetsizliğini güçlü bir şekilde dile getirdi. Çin’in tepkisi ise “Eğer bizimle iş yapmak istiyorsanız, şartlarımız bunlar” biçiminde oldu.
Bir diğer sorun, Türkiye’nin Çin'i bir dünya gücü olarak kavramlaştırmak istemesine rağmen, şu anda kullanabileceğimiz en iyimser ifade, Çin’in bir dünya gücü olarak ortaya çıkmanın erken aşamalarında olduğudur. Özellikle güvenlik açısından büyük ilgisi Batı Pasifik ve civarında yoğunlaşmış gibi görünüyor. Henüz dünyanın diğer bölgelerinde Çin kuvvetlerini veya üslerini görmüyoruz. Ben Çin ekonomisinin henüz bu tür girişimleri destekleyecek güçte olduğunu da düşünmüyorum. Aslına bakarsınız, Sovyetlerin güçlerinin elvermemesine rağmen dünya gücü olmayı denediğini ve sonunda iflas ettiklerini gördük. Bugünlerde ABD bile, konumunu bir dünya gücü olarak sürdürmekte güçlük çekiyor.
Çin’in sunduğu imkanlara bakacak olursak, Yol ve Kuşak Girişimi vasıtasıyla büyümesi hem olumlu hem de olumsuz yönde büyük ilgi uyandırıyor gibi görünüyor. Türkiye'nin beklentisi, bu proje gelişmeye devam ederse Türkiye'nin yol güzergahındaki en önemli ülkelerden biri olacağı yönündedir. Ancak Çinliler birçok aktöre mavi boncuk dağıtıyor. Suriyeliler, belki de kendi ülkelerinin Akdeniz'deki son durak olacağını düşünüyor; Afrikalılar ise rotanın Afrika'dan geçeceğini umuyorlar. Ayrıca, yolun bir başka ucu Pakistan'ın güneyinde Gavdar Limanı'nda sona eriyor. Ayrıca, Karadeniz'i kuzeyden kat eden büyük bir güzergah görmek isteyenler de bulunuyor. Kısacası, birçok potansiyel güzergah ve terminal var. Tek güzergah olmayacağı kesin fakat Türkiye hattı en çok tercih edilenlerden biri olur mu? Bu husus kesin değil. Ayrıca Türkiye, Çin’in Avrupa’ya ihraç etmek istediği otomobil, demiryolu araçları ve lokomotif gibi Çin malları üretimi için bir üs olma umudunu da taşıyor. Sonuç olarak, ciddi kazanımlar için önemli bir potansiyel bulunuyor.
Ancak risk de var. Bazı yerlerde, Çin hükümeti gelişmekte olan ülkelerdeki Tek Yol kredilerini siyasi kaldıraç olarak kullandı.
Evet, ama böyle bir taktik Türkiye söz konusu olduğunda işlemez çünkü Türkiye, tıpkı Çin gibi, inşaat sektöründe küresel bir güç. Şimdiye kadar, kendi altyapı projeleri için zorluk çekmeden finansman da buldu. Altyapı projelerini finanse etmek için Çin’den borçlanma tuzağına düşen ve geri ödemelerde zorlanan ülkelerin ekonomileri Türkiye'den çok daha küçük. Bir veya iki altyapı projesini finanse ederek Çinlilerin Türkiye ekonomisi üzerinde egemen konuma gelmeleri mümkün değil.
Öyleyse, Türkiye'nin Çin'den korkacak çok şeyi yok gibi görünüyor. İkisi eşit şartlarda ortak olabilirler.
Evet, Türkiye'nin Çin'den korkmasına gerek yok. Hatta başka bir olumlu boyuttan bahsedebiliriz; Çin, Türkiye'nin güvenliğine katkıda bulunabilir. Şu anda dünyaya baktığımızda, Çin'in daha yeni yeni varlığını hissettiren bir güç olduğunu görüyoruz. Şu sıralar Çin, Ruslarla ortak hareket ediyor gibi görünüyor. Ancak uzun vadede, bunun çatışmalı bir ilişkiye dönüşeceğinden kesinlikle eminim. Türkiye açısından, her biri diğerlerini dengeleyen çeşitli bağlantıların olmasının her zaman daha doğru olduğunu düşünüyorum.
Denge kurmak zor değil mi? Türkiye, Çin'i büyük bir tehdit olarak gören ülkelerle yakın ilişki içerisinde.
Bu, Avrupalılar ve Amerikalılar arasında bile anlaşmazlığın yaşandığı önemli bir sorun gibi görünüyor. ABD, Çin’i tehdit olarak görüyor. Bunun iki temel nedeni var: Amerikalılar, Çin'den sayısız denecek kadar çeşitli ürün ithal ediyorlar. Başkan Trump bunun ABD'nin sanayiini baltaladığını düşünüyor. Diğer yandan, güvenlik açısından ABD; Kore'yi, Japonya'yı ve Tayvan'ı koruyarak Batı Pasifik'te bir savunma hattı oluşturma arzusunda. Böylelikle Çin'i topraklarına hapsedecek bir güvenlik bölgesi oluşturmayı hedefliyor. Gerçekçi olmayan bu yaklaşım, küresel güvenlik kaygıları açısından Pasifik’i gündemin ilk sıralarına oturtuyor. Avrupalıların ya da Türkiye'nin Çin'den korkmak için hiçbir nedenleri yok. Buna karşılık ABD’nin Kore ve Japonya’yı korumayacağı ya da koruyamayacağı düşünülmeye başlanırsa, bu ülkeler Çin’e daha fazla yakınlaşacaklardır. ABD, böyle bir durumda savunma hattının Doğu Pasifik’e çekilmesi gerekeceğinden derin endişe duyuyormuş gibi görünüyor
Bu noktada yukarıda bahsettiğiniz Uygurlar sorununa geri dönmek istiyorum. Çin’in iç meseleleriyle ilgili dünyaya 'bize kimse karışamaz' mesajı veriyor.
Uluslararası politikada diğer güçlerin başka bir toplumun iç siyasetine müdahale etmemesi esastır. Fakat dünya artık evrensel değerlerin ağırlığının arttığı ve egemen olmalarına rağmen, devletlerin istedikleri şekilde davranma özgürlüğüne sahip olmadıkları bir yer. Ülkelerin halklarına karşı uluslararası kabul görmüş insan hakları ilkelerine uygun şekilde davranmaları gerekiyor.
Çin'in küresel bir güç olarak yükselişi ve nüfuzunu yayma girişimleri dünyayı endişelendirmeli mi?
Tarihte, dünyanın belirli bir bölgesinde veya küresel olarak egemen konum edinmeğe yönelen tüm toplumlar için böyle kaygılar yaşandı. Çin’in büyük toplumların tarih boyunca davrandığı biçimde davranması şaşırtıcı olmamalıdır. Ancak Batı dünyası tarafından liberal değerlerin dile getirilmesi mutlaka bunların dünyanın sadece o bölgesinde geçerli olması gerektiği anlamına gelmez. Bireye saygı temel bir haktır ve evrenseldir. Çin'in sistemi de, Hong Kong'da da anlaşıldığı gibi, en nihayetinde daima bu gerçeğe uyum gösterme baskılarını hissedecektir. Maalesef, son zamanlarda popülizmin yükselişi ve göç karşıtı düşünceler, dini nefret söylemleri ya da geçmişte Amerikalıların siyah nüfusa davranma biçimi vs. siyasi sınıfın çoğu zaman toplumların benimsediği değerlere fazla itiraz etmediğine işaret ediyor. Çin’de de benzeri bir durumdan söz edebiliriz.
Neticede, karşılaştığı bütün sıkıntılara rağmen, deyim yerindeyse, Çin yine de dizginlenemiyor. Bir toplum güç kazandıkça, dünyanın daha geniş bölümlerinde nüfuzunu hissettirmeye başlar. Çin’de böyle bir konuma doğru ilerliyor.