Çin - Almanya ticari savaşına doğru
Dr. Ümit ALPEREN - Doğu Asya Uzmanı Ankara Politikalar Merkezi Süleyman Demirel Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü
Haziran 2016’da Çin Başbakanı Li Keqiang, Almanya Başbakanı Angela Merkel’in Çin ziyareti sırasında, , bir ticari savaş istemediklerini ve muhtemel bir çekişmenin kimsenin yararına olmayacağını ifade etti. Özellikle Çin’in Alman teknoloji firmalarına talip olmasından rahatsız olan Almanya’nın önceki Ticaret Bakanı (şu anki Dışişleri Bakanı) Sigmar Gabriel, 2009 Dış Ticaret Kanunu’nda değişiklik yapılmasını ve yabancı sermayenin Almanya’ya girişini engelleme konusunda Almanya’ya daha fazla yetki verilmesini talep etmektedir. Bakan Gabriel, mevcut dış ticaret kanununda sadece ulusal güvenliğe tehdit olduğunda müdahale hakkı tanınmasını yeterli bulmamaktadır. Gabriel, ‘ulusal güvenliğe tehdit’ kavramının genişletilerek yeniden tanımlanmasını ve bunun bütün Avrupa’da uygulanmasını hedeflemektedir. Çin yatırımlarını bir fırsat olarak gören ve ekonomileri ciddi sorunlarla karşı karşıya olan Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin, Gabriel’in isteklerine ne kadar destek vereceği şüphelidir. Aslında 14-15 Mayıs tarihinde Pekin’de gerçekleştirilen ve Çin yönetiminin büyük önem verdiği ‘Kuşak ve Yol’ forumuna Almanya, Fransa gibi Avrupa’nın büyük ülkelerinden katılımın düşük düzeyde olması, AB’nin bu projeye bakışındaki şüphelerini de akla getirmişti. Her ne kadar Çin Başbakanı Li Keqiang bir ticari savaş istemese de ve ortada böyle bir savaş olmadığı algısı var ise de, özellikle ticari konularda AB ile Çin arasındaki çatışma derinleşmekte ve gün yüzüne çıkmaktadır. Avrupa’nın teknoloji ve Ar-Ge merkezi Almanya ise bu savaşın odağı konumundadır.
2009 dünya finansal krizi Çin’in Avrupa’ya girişinde ve yatırımlarını bu bölgede arttırmasında önemli bir fırsat yaratmıştır. Özellikle 2010 yılından sonra Çin’in Avrupa’daki kamu ve özel teşebbüs yatırımları hızlı bir şekilde artmaya başlamıştır. Berlin merkezli MERICS ve New York merkezli Rhodium Group’un verilerine göre, Çin’in 2010 yılında Avrupa’daki toplam doğrudan yatırımları 6 milyar dolar iken, 2014 yılında 55 milyar dolara ve 2016 yılında 120 milyar dolara ulaşmıştır.
Almanya, ticaret ve yatırımda Çin’in adeta hedef ülkesi haline gelmiştir. Çin, 2016 yılında toplam yaklaşık 200 milyar dolar (170 milyar Euro) ticaret hacmi ile ABD ve Fransa’yı geçerek Almanya’nın en büyük ticari ortağı olmuştur. Çin’in Almanya ile ticaret hacmi İngiltere, Fransa, İtalya ile ticaretinin toplamına eşittir. Çin’in Avrupa ile ticaretini arttırmasının yanı sıra doğrudan yatırımlarında da büyük bir artış olduğu gözlemlenmektedir. Rhodium Group tarafından yayımlanan rapora göre, Çin’in Avrupa’da yaptığı doğrudan yatırımlar 2016 yılında yüzde 76 artarak 41 milyar dolara yükselmiştir. Avrupa’dan Çin’e doğrudan yatırım ise 9 milyar dolar düzeyinde kalmıştır. Çin’in Avrupa’da en çok yatırım yaptığı ülke olarak karşımıza yine Almanya çıkmaktadır. 2015 yılında Çin’in Almanya’da yaptığı yatırım 1.4 milyar dolar iken 2016’da 12.8 milyar dolara yükselmiştir. Diğer bir ifadeyle Çin, 2016’da Avrupa’ya yaptığı toplam doğrudan yatırımların üçte birini Almanya’ya yapmaktadır. Dikkat çeken husus, 2016’nın ilk 6 ayında Çin’in Almanya’ya yaptığı toplam yatırımın son 5 yılın toplamından daha fazla olmasıdır.
Almanya’nın Çin’in doğrudan yatırımlarına tepkisinin nedenleri
Çin’in, yüksek teknoloji şirketleri başta olmak üzere Avrupa’da neredeyse tüm sektörlerde yoğun bir şekilde şirket alması ve bölgedeki doğrudan yatırımlarını arttırması, Avrupa ile arasında var olan ticari dengesizliği daha da tırmandırmaktadır. Çin’in, yüksek teknoloji sektörüne yatırımlarını özellikle Almanya’da yoğunlaştırması ve bu sebeple Almanya’nın Çin pazarına olan bağımlılığın tek taraflı olarak her geçen gün artması, Almanya tarafından tepki ile karşılanmaktadır. Uzmanlar, AB’nin Çin yatırımlarına getireceği kısıtlamalar nedeniyle 2017’deki Çin’in bölgedeki yatırımlarında ciddi bir düşüşün olacağını beklemektedir. Avrupalı uzmanlara ve yetkililere göre, Çinli şirketlerin yatırımları serbest piyasa ekonomisine göre değil, Çin hükümetinin politik ajandasına göre şekillenmektedir. Bu durumun, Avrupalı şirketlerin rekabet düzeylerine uzun vadede zarar vereceği düşünülmekte. AB, pazarlık unsurunu kendi şirketlerinin Çin’e girişinde de mütekabiliyet esasına göre korumak istemektedir. Aslında Çin yatırımlarına yönelik bu tepkilerde AB içerisinde bir bütünlüğün olmaması Çin’in lehinedir. Almaya gibi teknolojik rekabet gücü olan ülkelerde, Çin’e karşı tepkisellik düzeyi yüksek iken; Macaristan, Polonya gibi finans ve yatırıma ihtiyacı olan ülkeler ise Çin yatırımlarına oldukça sıcak bakmaktadır.
Çin yatırımlarına karşı tepkiler uygulamada da kendini göstermektedir. Çin’in 2015’de iptal edilen ticari antlaşmalarının toplam değeri 10 milyar dolardır. 2016 yılında ise bu miktar yedi kat artmıştır. Baker McKenzie’nin raporuna göre, geçen yıl 10’u Avrupa’da, 20’si Amerika’da olmak 75 milyar dolar değerindeki 30 satış-yatırımı Çin’e satılacakken iptal edilmiştir. Avrupa’da ise çeşitli nedenlerle Çin ile iptal edilen antlaşma sayısı 20 civarında ve 16.3 milyar dolar değerindedir. 2016 yılı içerisinde Çin’in AB ülkelerinden aldığı her biri 1 milyar doların üzerindeki şirketler için ödediği miktar 25 milyar doların üzerindedir. 2016 yılında Çinli Midea, Alman robotik şirketi Kuka’yı 4.6 milyar euroya satın almıştı. Çinli şirketin bu yüksek ve hassas teknoloji şirketini alması endişeleri de beraberinde getirdi. Fakat Alman Hükümeti bu satışın milli çıkarlara zarar vermediğini söyleyerek satışa onay verdi. Kuka’nın satışında bir sakınca görmeyen Almanlar, Aixtron teknoloji şirketinin satışına onay vermemiştir. Alman Ekonomi Bakanı Gabriel, Fujian Grand Chip Investment’in Alman teknoloji şirketi Aixtron’a teklifini geri çevirmiştir. ABD gizli servisi Alman yöneticilere, Çin’in Aixtron aracılığı ile Çin nükleer programı için çip yapabileceğini söylemiştir.
Çin’in amacı nedir?
Çin’i, Avrupa’da yoğun bir şekilde şirket almaya yönelten nedenlerin başında, Çin’in ‘MADE IN CHINA 2025’ Programı gelmektedir. Bu programa göre, Çin, 2025 yılına kadar ucuz ve kalitesiz mal üreten bir ülke olmaktan çıkarak, aktif işbirliği ağı ve ileri teknolojik düzeydeki rekabet olanakları ile etkin üretim yapabilen bir ekonomiye sahip olmayı hedeflemektedir. Çin, yüksek kaliteli teknolojik üretim alanında ABD, Almanya, Japonya gibi Batı standartlarına ulaşabilmenin uzun yıllar alacağının ve ciddi bir AR-GE birikimi gerektirdiğinin farkındadır. Bu sebeple Çin, bu süreyi mümkün olduğunca kısaltmayı istemektedir. Bundan dolayı da, bunu Çin teknolojisi ile yabancı teknolojiyi yer değiştirerek yapmak istemektedir. AB Çin’e, şayet piyasa kuralları içerisinde oynayacaksa sıcak bakmakta, ancak planlarını siyasi bir çerçevede uygulayacaksa bunun sorun teşkil edeceğini belirtmektedir. MADE IN CHINA 2025 henüz uygulamasının ilk yıllarındayken (başlangıç 2011, güncelleme 2013) AB’nin de buna eş zamanlı olarak alarm düzeyine geçtiği görülmektedir. Kısacası Çin, dünyanın üreten süper gücü olmayı ve ekonomik olarak sınıf atlamayı istemektedir.
Aslında Çin’in hedefinde yalnızca Avrupa ve özelinde yüksek teknoloji üretme kapasitesine sahip Almanya bulunmamaktadır. Çin, yüksek teknoloji üretebilen bütün ülkelerdeki yatırımlarını arttırmak istemektedir. Baker Mckenzi verilerine göre, 2016 yılında Çin’in Avrupa ve Kuzey Amerika’nın gelişmiş ekonomilerine doğrudan yatırımı 94.2 milyar dolar olarak gözükmektedir. Bir önceki yıla kıyasla 2016’daki artış yüzde 130’dur. Çin Ticaret Bakanlığı verilerine göre, Çin’in 2016’daki toplam dış yatırımı 170 milyar dolardır, yani 2015’e kıyasla 2016’da doğrudan dış yatırımı yüzde 44.1 artmış ve 2012’ye kıyasla da iki katına çıkmıştır. Fakat Çin’in özellikle Avrupa’ya yönelmesinin nedeni yukarıda da bahsettiğimiz üzere, 2008 ekonomik krizinin sunduğu fırsattır. Çin’in satın alma şevkini arttıran bir diğer faktör de, Almanya, Fransa, İngiltere ve İtalya gibi ülkelerin dünyaca tanınmış KOBİ’lere de sahip olmasıdır. Çin’in AB ile ilişkileri, ABD ile olduğu kadar karmaşık değildir. ABD, Çin’in yatırımlarına ve şirket alımlarına ulusal güvenlik nedeniyle sıkça itiraz etmekte ve bu itirazlar yatırımların iptali ile sonuçlanmaktadır. Avrupa’da ise bu satışların iptalini sağlayacak bir mekanizma henüz yoktur.
Çin iç pazarını korurken yeni teknolojilere de ulaşmak istiyor
Çin’in yabancı şirketlerin elektrikli otomobil satışında kota uygulama planı, Almanya-Çin arasında 2018 yılında da güncel bir ekonomik sorun teşkil etmeye devam edecektir.. Mevcut plana göre, Çin’de bulunan otomotiv sektörünün, 2018’de üretimlerinin yüzde 8’ini, 2019’da yüzde 10’unu ve 2020’de de yüzde 12’sini elektrikli ve hibrit araçlara yöneltmeleri gerekmektedir. Yüksek teknoloji ile üretim yapan şirketler, en yeni ürünlerinin pazara girmesine Çin ile son teknolojileri paylaşmamak için sıcak bakmamaktadırlar. Çin, beş yıllık planı kapsamında, elektrikli araçların üretim payının arttırılmasını istemekte ve yabancı şirketleri dolaylı olarak teknoloji paylaşmaya zorlamaktadır. Çin’in bu politikasının bir nedeninin de, kendi iç pazarındaki yabancı şirketlere kısıtlama getirerek yerel markaları ön plana çıkarmak istemesi düşünülmektedir. 2016 yılında Çin’de satılan elektrikli araç payının sadece yüzde 1.8 olması dolaylı bir korumacılık yöntemi olarak görülebilir. Almanya’nın Çin büyükelçisi Michael Clauss, 2016 yılı sonunda verdiği bir röportajda, Çin’in korumacı bir endüstri politikası izlediğinden, teknolojiyi paylaşmaya zorladığından ve iç pazarını yabancılara kapatmak istediğinden şikâyet etmektedir. Bütün bunlara rağmen, 2016’da 10.3 milyon araç satarak dünyanın en çok araç satan firması konumundaki VW, aynı yıl Çin’de yaklaşık 3 milyon araç satmıştır. Dolayısıyla satışının yüzde 35’ine yakınını Çin’de gerçekleştiren VW olmak üzere otomotiv sektörü için Çin pazarı vazgeçilmezdir.
Sonuç yerine
MADE IN CHINA 2025 Programı, Batılı şirketlerin de Çin’de yatırım ve iş yapmasına olanak sağlamaktadır. Avrupa Komisyonu Ticari Bölümü Genel Direktörü Mauro Petriccione, Pekin yönetiminin, kendilerinin Çin’de yatırım yapmasına bir noktaya kadar sıcak baktığını ifade ediyor. Fakat bu memnuniyetin nereye ve ne zamana kadar devam edeceği konusunda ciddi endişelerinin olduğunu da sözlerine ekliyor. Dolayısıyla, Çin-AB arasındaki karşılıklı ticari bağımlılıkta Çin’in daha avantajlı konumda olduğu söylenebilir.
Çin’in AB karşısındaki avantajlı konumunu Trump’ın politikaları da güçlendirmektedir. Çin için Almanya, sadece teknoloji transferi yapabildiği bir ülke değil, aynı zamanda AB’nin sürdürücüsü olarak küresel ekonomik düzende de önemli bir ortaktır. Dolayısıyla Çin için Almanya, ABD’nin ulusal güvenlik merkezli ekonomik yaklaşımında bir çıkış noktasıydı. Fakat Trump’ın korumacı söylem ve politikaları Almanya’nın Çin’e karşı elini zayıflatmaktadır. Trump’ın TPP’yi (Trans-Pacific Partnership) sonlandırması, Çin’e Asya-Pasifik’te büyük bir siyasi ve ekonomik oyun alanı açtığı gibi, Çin’in Almanya’ya ihtiyacını da azaltmıştır. Çin, 2017 sonuna kadar ABD’nin çekildiği TPP yerine Kapsamlı Bölgesel Ekonomik Ortaklığını (RCEP) sonuçlandırmak istemektedir. Eğer Çin, Asya-Pasifik’te TPP yerine kendi programını gerçekleştirebilirse, Avrupa’ya karşı masaya daha güçlü oturacaktır.
Çin’in Almanya’da ve Avrupa’da yatırımları olduğu kadar, Almanya’nın da Çin’de büyük yatırımları vardır. Ayrıca Almanya için Çin neredeyse vazgeçilmez bir pazardır. Çin için ise Almanya ekonomik gelişimi için ana teknoloji kaynak ülkelerinden birisidir. Diğer Avrupalı firmalar ve ülkeler için de Çin finansı ve pazarının vazgeçilmez olduğu bir gerçektir. Dolayısıyla taraflar arasında ciddi bir karşılıklı bağımlılığın olduğu ortadadır. Eski Ekonomi Bakanı, yeni Dışişleri Bakanı Gabriel’in Çin’in yatırımlarını kısıtlama isteğinin başarılı olması ve, Çin’in de buna karşılık vermesi durumunda iki ülke arasındaki gizli ticari savaş gün yüzüne daha çok çıkacaktır. Ortadaki en büyük gerçeklik ise, muhtemel bir ticari savaşta kazanan bir tarafın olmayacağıdır.