Çıkış yolu için vade farketmez

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Bu köşenin okuyucuları iki temel sorunumuza sık sık referans yaptığımızı bilecektir. Bunlardan biri, kısa vade ile ve konjonktürel gelişmelerle uğraşmaktan kısaca yapısal dönüşüm diye özetleyebileceğimiz asıl gündemimize bir türlü dönemeyişimiz; diğeri de refah ve gelir ligindeki yerimizi yukarı doğru değiştirmek için açık bir hırs ve istek taşımamıza rağmen, bunun olduğumuz gibi kalarak yani kendimizi değiştirmeden gerçekleşmesini bekler gibi görünmemiz. Muhtemelen toplumun tarihsel kökleri ve kültürel dokusu ile de ilgisi bulunan bu edilgen ve reaktif (yani savunma odaklı) pozisyonun, seksen yıldır genellikle yavaş bir tempoda süren dönüşüm sürecinin kararlı ve odaklanmış bir strateji eşliğinde hızlandırılması yoluyla değiştirilmesi konusunda artık zaman geçirilmemesi gerekiyor.

Güncel de önemli, yapısal da

Tabii ki asıl gündeme odaklanmak, güncel sorunları ve konjonktür ile ilgili politika çözümlerini ihmal etmek anlamına gelmiyor. Aksine söylemek istediğimiz, doğal olarak başetmemiz gereken bu berikilerle uğraşırken (ki onu oldukça iyi bir şekilde yapıyoruz) aynı zamanda orta ve uzun vadede kapasitemizi ve iç dinamiklerimizi güçlendirecek reform alanlarında eylem programını erteleme lüksümüzün olmadığı. Bu, bir bakıma ekstra bir efor anlamına geliyor. Türkiye, artık sadece ekonomik güç olarak değil, ortak payda konusunda kollektif irade gösterecek olgunluk olarak da yeterli bir düzeye ulaşmışsa (ki ben ulaştığına inanıyorum) bu iki gündem ile eşanlı ilgilenebilmeli.

Moralleri düzelten hızlı toparlanmanın iç tüketime ve dış tasarrufa yaslanan bir büyüme performansı ile geldiğinin ve bu nedenle kısa vadeli konjonktür yönetiminin de oldukça karmaşık ve özenli bir çaba gerektirdiğinin farkındayız. Temel dengeler ve canlılık yönünden oldukça iyi durumdaki ekonomik tabloda, hepimizin ve bu arada IMF ve kredi değerlendirme kuruluşlarının en önemli risk olarak gördüğü cari açığı bir ölçüde kontrol etmek ve finansman kalitesini uzun vadeye doğru düzeltmek, ama bu arada temel büyüme faktörü olan küresel sermaye akımlarını ürkütmemek kolay bir iş değil. Sözgelişi, son açıklanan önlem paketinin genişletici ayağındaki faiz indirimi sıcak para için cazibeyi biraz azaltsa da, zaten çok gerilemiş ve enflasyon karşısında korumasız kalmış olan iç tasarrufları daha da caydıracak, bankaları da zorlu karar alternatifleri arasında bocalatacak gibi görünüyor.

Ama bütün bu zorlu konjonktür sorunları da gösteriyor ki, kısa vadeli politikalarda ne kadar basiretli yönetim gösterirseniz gösterin, dayandığınız ekonomik yapının gücünü ve niteliğini  yükseltmedikçe rahat bir çıkış yolu yok.

Kısa vade sarmalından kurtulmak

Bu nedenle artık iyice yaklaşan genel seçimler sonrasında uygulanacak kapsamlı ve iki gündemi bir arada ele alan bir politika çerçevesinin şimdiden hazırlanması şart. Yani bir yandan 2011'de önemi daha da artacak cari açık-büyüme dengesinin enflasyon ve finansal istikrarsızlık risklerine karşı hassas yönetimi, diğer yandan yapısal zafiyetlere yönelik sistemli ve kalıcı bir enerji yoğunlaşması ile kısa vade sarmalından kurtulma girişimi. Üstelik kriz süresince reel kesimin çektiği sıkıntılara benzer sıkıntılarla karşılaşacak ve karlılığını korumakta zorlanacak bankacılık kesiminin vereceği sınav da cabası.

Ancak şimdiye kadar edindiğimiz deneyimlerden anlamış olmalıyız ki mevcut ekonomik temellerimizi değiştirmeden ne gelişmiş dünya ile aramızdaki mesafeyi kapatacak bir sıçrama gerçekleştirmemiz, ne de krizlerden nispeten çabuk kurtulma dışında sürekli bir yüksek büyüme yörüngesine tutunmamız mümkün değil. Nitekim, ne kadar kızarsak kızalım, bunca başarımıza ve övgüye rağmen, Türkiye'nin yatırım yapılabilir bir düzeyi temsil eden bir kredi notuna hala ulaşamamış, üstelik  krizde büyük darbe yiyen Güney Avrupa ülkelerinin birkaç derece, bazı noktalar metodolojik yönden tartışmalı olsa da Mısır, Azerbeycan, Kazakistan ve de İzlanda'nın bir derece altında  kalmış olmamızın gerisinde, öngörülebilir bir büyüme istikrarı konusunda ilave güvencelere ihtiyaç duyulması yatıyor. Bu güvenceler de, esas itibariyle, Türk ekonomisinin rekabet gücünü ve verimliliğini yükseltecek, makroekonomik istikrarı üzerindeki risk faktörlerini azaltacak temel reformlar ile kendiliğinden ve sürekli olarak sağlanmış olacaktır. Kaldı ki bu durumda, borç faizleri ve risk priminde görülecek düşme, kısa vadeli konjonktür sorunlarını aşmayı da kolaylaştıracaktır.

Temelleri güçlendirmek

Dünya üzerinde bizden daha gelişmiş pek çok ülkenin ekonomisi küresel kriz sonrasında derin sarsıntılara uğramış ve buna karşılık başlıca ekonomik göstergeler itibariyle Türkiye göreceli olarak sağlıklı bir görünüme kavuşmuş iken, bu fırsatı daha parlak bir konum yakalamak için daha sağlıklı ekonomik temeller inşa edecek bir reform çabasına taşımakta kullanmamak ciddi bir ihmal olur.

En büyük sermayemiz olan insan kaynağımızın verimliliğini arttıracak eğitimde, kamu finansmanını ve borç yükünü sürdürülebilir makul bir düzeyde tutacak istikrarlı vergi sisteminde ve ölçek etkinliğine, rekabet gücüne yönelecek reel kesim yönetişiminde reform gereğini sürgit gözardı etmenin kime ne yararı var? Türkiye'ye olmadığı ve olmayacağı belli…

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019