Çıkar çatışması
Geçtiğimiz hafta fırtınanın tam gözünde olduğumuz için izafi bir sakinliğin, huzurun yaşandığını ileri sürdüğüm yazıma, çok önemli isimlerden önemli tepkiler geldi. Bu tepkilerin ortak noktası ise, yazımın gerçekçi bir bakış temeline oturduğu yönündeydi. İleri sürdüğüm tezler ve çıkarımlarda ayrı düştüğüm insanlar olmakla birlikte, durumun sanıldığı kadar “neta” olmadığı bir gerçek.
Geride bıraktığımız haftada yaşananlar da beni doğrular nitelikte çıkıyor. Öncelikle geçen günlerde bence yeterince gürültü çıkarmayan lakin çok önemli olduğunu düşündüğüm TAYSAD Başkanı Mehmet Dudaroğlu’nun, “ödemeler aksamaya başladı” açıklamasını ele alalım. Eğer Avrupa’da ana sanayide olmasa bile KOBİ düzeyinde, para ödemede ayak sürüme sürecine girildiyse gelecekte, söz konusu negatif dalganın büyüyeceğini tahmin etmek zor olmasa gerek.
İkinci önemli konu ise hiç şüphesiz komşunun durumu. Cumartesi gecesi bizi ekrana kilitleyen Eurovision Şarkı Yarışması’na, gayet neşeli bir şarkıyla katılsalar, günlük hayatlarında neşelerinden bir şey kaybetmemiş gibi görünseler de durum kalenderlik boyutu çoktan aştı.
Bugün 10 milyonluk komşumuzun, Euro Bölgesi’ne açacağı bilmemkaç trilyon euro zararına kimin nasıl göğüs gereceği meçhul. Avrupa tüketicisini bir uçak gemisine benzetiyorum. Kendi çevresinde kendi habitatını yaratan ve etrafındaki gelişmelere çok hızlı tepki vermeyen bir dev.
Bu devin, hızlanması da durması da etrafındaki, uydularından çok daha yavaş oluyor. Durması ya da yavaşlaması zaman alsa da o sürece girildiği anda buradan çıkması da oldukça uzun zaman alıyor.
Bugün Avrupa’da komşunun yaktığı kriz ateşi bir türlü söndürülemiyor. Pansuman boyutu aşılmış, daha ağır müdahaleler yapılmış olsa da kriz bir türlü sönmüyor.
Durum böyle olunca da Avrupa’nın ağır ağabeyleri de yavaş yavaş ayaklarını gazdan çekmiş durumda. Uçak gemisi örneğine dönersek, eğer AB’nin amiral gemilerindeki yavaşlama sinyalleri kalıcı eksiye dönerse, işte o zaman bizim bulunduğumuz sularda da dalgaların boyutu artacak.
Peki ne yapmamız gerekiyor?
Öncelikle samimi olarak, “miş gibi yapmadan” bu gemiyi sakin sulara ulaştıracak rotayı belirlemeliyiz. Burada tüm paydaşların ki burada sivil toplum örgütleri oluyor, üyelerinin çıkarlarını göz ardı etmeden, lakin onların uzun vadeli çıkarlarına hizmet etmek adına, kısa vadeyi belki biraz atlayarak adım atmaları şart.
Baskın olan firma çıkarlarının bir kenara bırakılmasını beklemek hayalcilik olur bunun farkındayım, ama son dönemde ortaya çıkan hafif ticari araç üzerindeki vergi tartışmasının da sektörü ileri götürmeyeceği bir gerçek. Sadece çakışan çıkarlar arasındaki sınır çizgilerini belirliyor o kadar.
Bahsettiğim ve ısrarla vurgu yaptığım samimiyet de burada yatıyor. Biz durumdan vazife çıkartarak sadece ve sadece kuruluşumuzun ciro/kârlılığına katkı bulacak çözümler mi icat edeceğiz? Yoksa hakikaten otomotiv sektörünün 10 yıllık hedeflerine koşması noktasında önündeki yolun açılmasını mı sağlayacağız?
Geçen hafta içinde aldığım yorumlarda geleceğe karamsar baktığım yönünde eleştiriler de vardı. Ancak, karakterinde karamsarlık olmayan birisi olsam da bu eleştirilerin haklı olduğuna inanıyorum. Bu karamsarlığın en önemli nedeni ise sektörün uzun vadeli çıkarlarının, mevcut oyuncuların kısa vadeli çıkarlarıyla çakışmasından kaynaklanıyor. Bu ikilemi çözecek formül, Türk otomotiv sanayinin geleceğine de yön verecek.