CHP’nin ekonomik vaatleri
Geçen hafta AKP’nin seçim bildirgesinin ekonomi ile ilgili kısmı üzerinde durmuş ve bildirgenin AKP’nin bugüne kadar yaptıkları kadar yapamadıklarının da bir ifşaatı olduğuna değinmiştim. Bu hafta da, kamuoyunda oldukça ses getiren ve özellikle AKP kurmayları tarafından kaynağı belirsiz boş vaatler olarak nitelendirilen CHP’nin seçim bildirgesindeki ekonomi konularının kısaca üzerinden geçmek isterim.
Öncelikle şu tespiti yapalım. CHP, AKP’den farklı olarak seçim bildirgesinin ekonomi ile ilgili kısmının odağına vatandaşı ve doğrudan karşı karşıya kaldıkları sorunları (işsizlik, eğitimsizlik, genç ve kadınların ekonomik hayattan dışlanmışlıkları, gelir adaletsizlikleri vs.) yerleştirmiş. (AKP ise bu sorunların bir kısmına bildirgesinin diğer bölümlerinde değinmiş olmasına karşın, neo-liberal serbest piyasacı anlayışı nedeniyle bunlara ekonomi ile ilgili bölümde hemen hemen hiç yer vermemiş. Son 12 senede bu sorunların giderek birikmesinin bir nedeni de AKP’nin piyasanın her şeyi çözeceği inancı olabilir mi acaba?) Nitekim CHP ilginç bir şekilde 20 yıllık hedefl eri arasına Türkiye’nin insani gelişmişlik endeksinde ilk 20’ye girmesini de koymuş. (Birleşmiş Milletler Kalkınma Örgütü tarafından düzenlenen bu endekste 2013 verilerine göre Türkiye 69. sırada.)
CHP güçlü sosyal devlet, kapsayıcı büyüme, ekonomiyi destekleyen devlet anlayışı, hukukun üstünlüğü ve öngörülebilirlik, istihdam ve yatırım politikaları ve bilgi ekonomisi konularında pek çok akılcı hedef ortaya koymuş. Bunların dışında (asıl eleştiri konusu olan) ilk neticesi kamunun bütçe açığını artırmak olması beklenen bazı kısa vadeli vaatler de söz konusu. Bunların başlıcaları asgari ücretin 1500 TL’ye çıkarılması ve gelir vergisinden muaf tutulması, emeklilere yılda 2 maaş ikramiye ödenmesi, çiftçilere mazotun 1.5 TL’den temin edilmesi, işsizlerin asgari ücret karşılığında ödeme alacakları 9-12 aylık eğitim programlarına yerleştirilmesi, aile sigortası, enerjide ÖTV üzerinden alınan KDV’lerin kaldırılması, kredi kartı ve bireysel kredi borcu faizlerinin yüzde 80’inin silinmesi.
CHP bu vaatlerin senelik ekonomik maliyetinin ilk aşamada 60 milyar TL civarında olacağını iddia etmekte. 2015’de nominal milli gelirin 1.75 trilyon TL civarında olacağı tahminiyle, bu miktar milli gelirin yaklaşık yüzde 3.4’üne tekabül ediyor. Az bir oran değil. Ancak bu hesapları statik bir şekilde de yapmamak gerekir. Sonuçta, bu miktar ekonomik canlılığı da artıracak olan bir gelir transferidir ve bunun neticesinde vergi gelirlerinin de artması beklenebilir. Ayrıca, örneğin mazot fiyatının düşürülmesi çiftçinin en büyük maliyet unsurunun düşmesi, ve bu da tarımsal mahsulün artması ve (enfl asyonun en büyük belalısı olan) işlenmemiş gıda fiyatlarının gerilemesi anlamına gelebilir. Öte yandan, örneğin, artırılacak olan asgari ücretin işverenin işçilik maliyetini artırması, bu durumun da fiyatları ve kayıtdışılığı artırması (vergi tabanının daralması) söz konusu olabilir. Kısacası, nihai etkinin hesaplanması çok kolay değil.
AKP’nin CHP’nin programından rahatsız olduğu durum ise toplumsal mutabakat, yatırım ortamının tesisi, hukukun işleyişi, tüketici ve reel sektör güveninin sağlanması konularındaki zayıf karnesi nedeniyle hali hazırda bütçede böyle genişleyici bir programı telaffuz etmesinin imkansız olması. Ülkelerin risklilik durumunu gösteren istatistiklere baktığımızda (döviz borçları, cari açık, doğrudan yatırım miktarı, MB rezervleri vs.) AKP’nin tek tutunacak dalı kamu borçluluğunun düşük olması. Eğer bu konuda da gevşerse ülke riski anormal artacaktır. AKP bütçe açığını kontrol altında tutarken, büyümeyi küresel konjonktür sayesinde cari açığı yüksek tutarak ve dolayısıyla özel sektörün dış borçlanmasının yüksek seviyelere gelmesine göz yumarak sağladı. Son 3 senede de bu yolun sonuna gelinmiş olduğu görülüyor.
Son olarak AKP’nin “başarılı” görünen kamu maliyesi politikası ile ilgili de bir saptama yapmak gerekiyor. Hükümet 2013’de 12.5 milyar dolar, 2014’de ise 6.3 milyar dolar özelleştirme geliri sağladı. Bu gelirlerin bütçe açığının kontrol altında tutulmasında önemli bir etkisi oldu. Ancak ne pahasına? Özelleştirme gelirlerinin yüzde 80’i termik santral ve elektrik dağıtım ihalelerinden gelen paralar. Bunları (ve otoyol ve 3. havalimanı vs. gibi ihaleleri) finanse etmek için özel sektörün doğrudan veya dolaylı olarak yurtdışından borçlandığı herkesin malumu. Ancak bir de bu özelleştirme gelirlerinin aslında kamunun (vatandaşın) mallarının satışı ve özel sektöre vergi gelirlerini toplama imtiyazı verilmesi (Sn. Ege Cansen’in tabiriyle ‘iltizam’) olduğunu unutmamak gerekiyor. Böyle bir politikanın orta ve uzun vadede bütçe gelirlerini artırıcı değil, aksine azaltıcı bir etki yapması söz konusu olacaktır.