“Ceyar Efendi” Anadolu esnafı, Hüsnü Mübarek ABD Başkanı!

Alaattin AKTAŞ
Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ [email protected]

 

30 Mart seçimlerine ilişkin itirazların sonu gelmiyor; sayımlar tekrarlanıyor, hatta bazı seçim çevrelerde sandığa yeniden gidilmesine karar verilmiş bulunuluyor.

Seçim sonuçlarını bir hafta geçtiği halde en azından bazı yörelerde kesin biçimde bir türlü alamamış olmamıza pek şaşırıyoruz. Acaba, aslında bu duruma şaşanlara mı şaşmak gerekiyor ki!

Toplum yapımız büyük ölçüde, “Kazan, ama nasıl olursa olsun kazan” prensibine göre çalışıyor sanki. Böyle olunca da, seçimden galip çıkabilmek için yapılan “küçük” ayak oyunlarına pek şaşmamak gerekiyor galiba.

Gelin yaklaşık 30 yıl öncesine bir yolculuk yapalım. Koskoca bir toplumun, yani neredeyse tüm Türkiye’nin, birbirinden habersiz ortak bir düşünceyle hareket ederek neler yaptığını hatırlayalım. Tüm toplum böyle bir hareket sergilerken, bu toplumun temsilcilerinden bugün niye farklı bir tutum beklememek gerektiğini daha iyi görelim.

Anadolulu Ceyar!

Yıl 1985… Türkiye’de nüfus henüz adrese dayalı nüfus kayıt sistemi (ADNKS) ile belirlenmiyor, sokağa çıkma yasağıyla sayım yapılıyor. Her ne kadar ADNKS ile sağlıklı bir nüfus belirlenebiliyor mu, o da ayrı ya! 1985 sayımı tamamlanıyor, o zamanki adı Devlet İstatistik Enstitüsü olan bugünkü TÜİK’e ihbar üstüne ihbar yağıyor. DİE’ye ulaşan tutanaklar da bu iddiaları doğruluyor zaten. Sayımda büyük usulsüzlük yapıldığı iddia ediliyor. İyi de nüfus sayımında niye usulsüzlük yapılsın ki! Oysa ortada para gibi iyi bir gerekçe var. Dönemin hükümeti, belediyelere nüfusları ölçüsünde para yardımı yapma kararı almış; bu da ne kadar nüfus, o kadar para anlamına geliyor.

Demek ki ne yapılmalı, nüfus fazla gösterilmeli. Her bir nüfus formuna 11 kişi yazılabiliyor. Bir hanede 5 kişi yaşıyorsa, 6 kişilik “hak” Ankara’ya niye eksik bildirilsin. Bazı yörelerde bu “hak” sonuna kadar kullanılıyor. Nüfus formlarını dolduran görevliler, belli ki bu işi yaparken sıkılmışlar, biraz eğlenmek istiyorlar. Hayali nüfus yazarken hep Ahmet, Mehmet, Ayşe, Fatma olur mu, biraz da yabancı isim yazmanın ne sakıncası olabilir ki! O dönem yalnızca TRT televizyonu var, en popüler dizi de Dallas. Dallas’ın kahramanları ne güne duruyor. Başlıyor görevliler nüfus formlarını J.R. Su Ellen, Bobby, Lucy ile doldurmaya. Ama isimler formlara böyle yazılmıyor tabii ki, duyulduğu gibi Ceyar, Suelın, Babi, Lusi, şeklinde aktarılıyor. Belli ki bu isimleri yazanlar pek eğleniyorlar.

Hızını alamayanlar ve “Nasıl olsa kimse fark etmez” diye düşünenler, yaşadıkları ilçenin çocuksuz kaymakamına bile 9 çocuk yazarak formu 11’e tamamlamakta bir sakınca görmüyorlar.

Yani biz, Amerikalı çiftlik sahibi J.R.’ı, Anadolu esnafı Ceyar Efendi yapmış bir toplumuz. 30 Mart seçimlerinde biraz hileye başvurulmuş, biraz oy kaydırılmış, çalınmış, biraz seçim kurulları basılmış, bir gözün iki artı iki dört dediğine, bir başka göz iki artı iki üç ya da beş demiş, ne var ki bunda!

Mübarek ve başkanlık

George Bush, ABD’yi ziyaret eden Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’ten bir ricada bulunur:

-Sayın Başkan, biz dünyanın en büyük, en gelişmiş ülkesiyiz. Ama seçim sonuçlarını yine de 3-4 günden önce alamıyoruz. Oysa siz sandıklar kapandıktan yarım saat, bir saat sonra sonucu elde ediyorsunuz. Bir sonraki seçimde gelip bize yardımcı olsanız.

“Hay hay” der Mübarek. Bir süre geçer, seçim günü ABD’dedir Mübarek. Gerçekten de bir saat sonra seçim sonuçları alınır. Hüsnü Mübarek, ABD Başkanı seçilmiştir!

Türkiye’yi bekleyen tehlike

30 Mart her ne kadar bir genel seçim havasına sokulmuşsa da, aslında binlerce kişi seçildi, sandığa binlerce kişi için gidildi. Oysa çok değil birkaç ay sonra, ağustosta bu kez bir tek kişi seçmek için sandığa gidilecek. Türk seçmeni, 30 Mart’taki tabloya bakıp “Attığım oy ne olursa olsun yerine ulaşmıyor” umutsuzluğu içine girerse, büyük tehlike başlar. 30 Mart’ta yüzde 90’a yaklaşarak rekor kıran seçime katılma oranı düşebilir.

Zaten ağustosta seçime katılacak Cumhurbaşkanı adayları nasıl propaganda yapacak, ne vaat edecek, belli değil. Adaylar, “Ben başbakanı çok iyi atarım” mı diyecek, “Rektör atamalarında tarafsız olurum” mu, “Anayasa Mahkemesi üyelerini atarken bana güvenin” mi, ne diyecek yani? Adaylar, propaganda için mali kaynağı nereden bulacak? Sırtını bir partiye dayamayanın şansı olabileceğini düşünen var mı? Partiye ya da partilere yaslananların objektif olması söz konusu mu peki?

Aslında halkın seçeceği Cumhurbaşkanı değil, başkan olacaktı; Erdoğan bu hesapla seçimi halkın yapmasını istemişti. Ama başkanlık hesapları suya düşünce, böyle tuhaf bir seçimle karşı karşıya kaldık. Buna bir de sandığa ve atılan oyun yerine ulaşmayacağına ilişkin inançsızlık eklenirse, Türkiye için çok kötü olur.

 

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar