Çevrekırım, hukukta yer alır mı?

Edip Emil ÖYMEN
Edip Emil ÖYMEN YENİLEŞİM [email protected]

İngilizcede “genocide” sözcüğünün Türkçe karşılığı “soykırım.” Bu sözcükten, yenilikçi bir girişimle, “ecocide” sözcüğü yaratıldı. Buradaki “eco”, ekoloji ve en genel anlamda “çevre.” Yeni sözcüğün Türkçesi = Çevrekırım. Sözcük “çok yeni” sayılmaz. Ama gelişmiş ülkelerde gündelik dile girmeye başlamasına yeni yeni tanık oluyoruz.

Acaba Brezilya Cumhurbaşkanı Bolsonaro –günün birinde- çevrekırım suçlamasıyla yargılanır mı? Bu, akla hayale gelmez, olmadık soru, New York Times’ın 21 Eylül sayısında başlıkta yer aldı. Gazete, son Amazon yangınları çerçevesinde, açıkça isim vererek Bolsonaro’nun bir gün “ecocide” (çevrekırım) suçlusu olarak yargılanabileceğini varsayan bir “haber analizi” yayınladı. Bolsonaro, Amazon Ormanları’nı tarım ve hayvancılığa açma hevesiyle, yangınlar başladıktan sonraki umursamaz tutumuyla, konuyu komplo teprileriyle açıklamaya çalışmasıyla ve yangına çok geç müdahale etmesiyle dünya kamuoyunda tepki görmüştü. Makalede ayrıca onun, “Çevre konularını zaten veganlar önemsiyor. Anayasamız, yerli halka fazla haklar tanımış. Oysa onlar dilimizi bile konuşmuyorlar” dediği de aktarıldı. https://nyti.ms/2m7ZEfw 

Çevrekırım konusunu, Londra’nın en kalabalık, en işlek trafik kavşağı Oxford Circus meydanına taşıyıp, geçen Temmuz’da günlerce trafiği aksatan bir İngiliz sivil toplum kuruluşu var: Stop Ecocide… Çevreyi “kasıtlı=bilerek=taammüden yok etmeye dur!” diyorlar. Caddeleri trafiğe kapatmak, Londra başta, başka şehirlerde de yapıldı. Ama iş, bununla sınırlı değil: Lahey (Hollanda’nın DenHaag kentindeki) Uluslararası Adalet Divanı’nın, (her türlü anlamda) çevreyi bilerek, isteyerek yok etmeyi bir “insan hakları ihlali” olarak kabul etmesi için kampanya başlatıyorlar. Onlara en büyük manevi destek, gelişmiş ülkelerde gayet saygın tanınan doğa bilimci David Attenborough’dan geldi: “Dünyayı ve çevreyi kirletmemiz, şimdi utanarak ve tiksinerek hatırladığımız köle ticaretinden farksız.” https://bit.ly/2n1yNTg 

Hukukta yenilikçilik eğer mümkünse, belki gerçekten “ecocide” diye yeni bir kavram, bir “hukuk kavramı” olarak kabul edilebilir? Ya da, edilemese bile bu sözcük, gelişmiş ülkelerde gündelik dile girecektir. Soykırım sözcüğü de İkinci Savaş’tan sonra Nazi liderlerinin yargılandığı Nürnberg Mahkemesi’nde uluslararası hukuk kavramı olarak tanımlanmıştı.

Çevrekırım tanımına ilk yaklaşan devlet adamı İsveç Başbakanı Olof Palme’ydi. Taa 1972’de, “çevre” diye bir konuyu sadece bir avuç bilimci dert ederken Palme, Birleşmiş Milletler’in ilk Çevre Konferansı’nı Stockholm’de toplamıştı. Palme, sanki bugünlerin geleceğini görür gibi şöyle demişti: “Soluduğumuz hava, hiçbir ulusa ait değildir. Okyanusların ulusal sınırları yoktur. Çevre hepimizin ortak hakkıdır.” Ama Palme’nin kaygılarına aldırış eden olmadı. [1986’da Palme bir gece eşiyle sinemadan çıktıktan sonra, evine yürürken tek kurşunla öldürüldü. Koruması yoktu.]

Benzer bir öngörüyü ABD Başkanı Jimmy Carter, İran Devrimi’nden sonra Batı’da oluşan enerji krizi sırasında yaptı (15.07.1979): “Biz, artık ‘ne yaptığımız’ ile değil, ‘neye sahip olduğumuzla’ tanımlanıyoruz. Bir şeyleri hep satın alıp tüketmek hayatımıza anlam katmıyor. Oysa hayatın anlamını arıyoruz. Sürekli mal-mülk biriktirmek, hayatımızda hissettiğimiz boşluğu dolduramayacaktır. Zaten bu hayatımız güvensiz olduğu kadar amaçsızdır da…” Başkan Carter’in, sınırsız tüketimi, hırs ve tamahı, bunun sonuçlarını eleştiren konuşması yankı yapmadığı gibi, Beyaz Saray’ın damına 32 güneş paneli yerleştirmesi de alayla karşılandı. Bir sonraki Başkan Reagan bunları söktürdü. Bol kömür ve petrol varken güneş paneli neyin nesiydi?

Bugün, artık Çevre Krizi sözcüğü “iklim değişikliği veya küresel ısınma” gibi tanımların önüne geçmiş durumda. Bunda, küresel medyanın rolü büyük. Ama bazı görüşlere göre bu rolün artması gerekiyor. ABD’de (ve aslında dünyada) gazetecilik/iletişim eğitimi ve araştırmalarında etki ve önem sırasında birinci Columbia Üniversitesi’nin Columbia Journalism Review (CJR) dergisi, İklim Krizi konusunda küresel boyutta bir adım attı. ABD ve diğer ülkelerden 300 iletişim/gazetecilik kurumunun, bu krize dair yayınlarını “ön sayfalara, ekranlara taşımaları”, konuya öncelikli ve daha çok yer vermelerini sağlayacak bir girişim başlattı. https://bit.ly/2kYfjOi 

Girişime CJR ile birlikte ABD’nin fikir dergilerinden The Nation, İngiltere’den ortanın solundaki Guardian gazetesi öncülük ediyor. Fransız Haber Ajansı ve Bloomberg’den, İtalya, Arjantin, Brezilya, Hindistan, Kazakistan, Fas gazetelerine kadar… Türkiye’den Açık Radyo, Diken, EKOIQ, NewsLabTurkey, T24 de listede yer aldılar. Ayrıca yabancı üniversiteler, Yale’dan Princeton’a, Berlin Teknik Üniversitesi’ne…

Girişime eşlik edecek bir de tanıtım kampanyası yapıldı: Gazetelerin ön sayfalarını, sanki İklim Krizi sonucu su baskını veya yangın sonrasında tahrip olmuş gibi gösteren teknik bir müdahale ile okunmaz hale getirildi. Bu “bozuk” sayfalar New York’ta sergilendi. CJR sitesinde de gösteriliyor.

CJR, özellikle ABD medyasının İklim Krizi’nden çok, gündelik bak-geç ıvır zıvır magazin konularına, ve elbette Trump Yönetimi’nden kaynaklanan bitmez tükenmez tartışmalara, gündelik siyasete odaklandığına dikkat çekiyor. İngiltere’de Prens Harry’nin eşinin doğum yapmasına saatler ve sayfalar ayıran medyanın, aynı günlerde yayınlanan Birleşmiş Milletler Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPPC) Raporu’nu “görmediklerini” de hatırlatıyor. ABD’de yayınlanan ulusal/yerel 50 gazetenin yarıdan fazlası bu konuda haber bile yapmamış.

CJR kampanyası, İklim Krizi’nin önemini ve “sıradan vatandaşın gündelik yaşamını” temelden etkileyen bir tehdit olduğunu, sadece medyanın vurgulayabileceğine işaret ediyor. Bu nedenle kampayaya “Haberleri İşgal Edin” (Flood the News) adını verdiler.
Twitter’da #CoveringClimateNow adresindeler.

Bütün bu kaygılı girişimler arasında en sessiz sedasız gelişme ise, “Doğaya tüzel hak tanıma” adımlarının sıklaşmaya başlaması: 10 yıl önce 2009’da, Bolivya Hükümeti dünyaya örnek olacak bir Doğa Ana Hakları Evrensel Beyannamesi yayınlamıştı (Universal Declaration of Rights of Mother Earth https://undocs.org/en/A/64/777).

Bu yenilikçi girişimden daha önce ABD’de belediyeler düzeyinde ve sonra 2008’de Ekvador anayasasında “doğa tüzel hakları” diye bir kavram tanımlanmıştı. 2012’de Yeni Zelanda, 2017’de Kolombiya ve Hindistan’da benzer hukuki tanımlar yapıldı.

Nihayet bu yıl, ABD – Kanada arasında “muz hevengi” gibi duran göllerden Erie için de aynı hak tanındı. Evvelki girişimlerin, Dünya’nın gözünün önünde olmayıp sadece “takdir” kazanmasına karşın, Erie Gölü’nün ABD’de olması konunun daha ayrıntılı haberleşmesini sağladı. Göle kıyıdaş Ohio Eyaleti’nde yapılan halk oylamasında, “Gölün tüzel kişiliği olsun” kararı çıktı. Bunun pratik anlamı şu: Göle zarar verecek bir çevresel sorun olduğu takdirde, vatandaşlar devlete dava açabilecek. Ama İklim Krizi’ni “kriz” olarak görmeyen Trump Yönetimi ve yerel yönetimleriyle çevreciler arasında çekişme de böylece başlamış oldu. Yönetime yakın bir yetkilinin şu sözleri durumu özetliyor: “Birinin kalkıp, ‘Ben orman adına konuşuyorum, ben göl adına konuşuyorum’ demesi saçmalıktır. Çünkü orman veya göl eğer konuşabilseydi, neler söyleyeceğini bilemezdik. Güçlü mülkiyet hakları, çevreyi ve hayvanları korumaya yeterlidir.”

Yine de, Erie ile birlikte, komşu göllere kıyıdaş eyaletlerde de “doğa tüzel hakları” talepleri dillenmeye başladı. Filipinler’de ise bir STK, güçlü Katolik Kilisesi’nin de desteğiyle benzer bir yasa tasarısı hazırlıyor https://bit.ly/2mV5vWa. Bizde de Cumhuriyet Halk Partisi’nin bir “Doğa Hakları Politika Belgesi” hazırladığı, geçen aylarda medyaya yansımıştı.•


Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Hollywood’a yapay zekâ 02 Ağustos 2019