Çelişkileri önemsemek gerekiyor!
Gelişmekte olan ekonomilerin paraları riskten kaçınma eğilimi güçlendikçe değer kaybeder iken, euronun özellikle dolara ve bu sayede tüm paralara karşı değer kazanması ilginç bir görüntü oluşturuyor. Bu durumu Euro Bölgesi’ndeki gelişmeler ve ekonomik beklentiler ile veya Avrupa Merkez Bankası’nın yaptıkları ya da yapmadıkları ile açıklamak pek mümkün olamıyor. Son altı yılda küresel ölçekteki riskten kaçınma eğilimi ortaya çıktığında, faaliyet dışı gelir yaratma amaçlı pozisyonların finansmanında açık ara önde olan doların değerlendiğine tanık olduk; bu kez de benzeri bir durum yaşanıyor, fakat euro diğer tüm paralara karşı sürpriz bir şekilde değerleniyor. Ortada hem çelişkili, hem de tuhaf bir durum var ve Euro Bölgesi’nde evdeki hesapların çarşıya uymasını engelleyebilecek bir potansiyeli bünyesinde taşıyor.
Yukarıda özetlemeye çalıştığımız durumun riskten kaçınma eğiliminin paniğe dönüşmesini engellemek veya Avrupa’daki finansal yapının üzerindeki olumsuz baskıları azaltmak adına şekillendirilen bir eğilim mi, yoksa henüz fark edilmeyen yeni nesil eğilimlerin bir sonucu mu olduğu şimdilik bilinmiyor. Fakat sürdürülebilir olmadığını görmek için üst düzey bilgi ve bilince sahip olmak gerekmiyor. Bu konu Euro Bölgesi’nin finansçıları ile üreticileri arasında gerginlik yaratmakla kalmıyor, başta gelişmekte olan ekonomiler olmak üzere tüm küresel değişkenleri yakından ilgilendiriyor.
ABD Merkez Bankası’nın mayıs ayındaki riskten kaçınma eğilimini tetikleyen açıklamasını takip eden altı haftalık süreçte dolar önemli ölçüde değer kazanmıştı. Söz konusu eğilimin kendi kendini besleyerek güçlenmesi ve yıkıcı olmaya başlaması olasılığı önemli ölçüde güçlenmişti. Fakat Federal Reserve’nin 10 Temmuz’daki sakinleştirici söylemlerinin ardından euronun sert bir şekilde değerlendiğine ve eşanlı olarak gelişmekte olan ekonomilerdeki olumsuz baskının mucizevi bir şekilde durulduğuna tanık olduk. Kırılganlıktaki yıkıcı artış bu sayede bir şekilde ötelenmiş oldu. Eylül ayındaki ABD Hükümeti için kapanması, ekim ayında Avrupa Merkez Bankası’nın kısa vadeli faizleri düşürmesi gibi riskten kaçınmayı yeniden tetikleyecek gelişmeler ise finansal piyasalar tarafından mecburen fiyatlanmadı. Eğer fiyatlansaydı panik önlenemeyebilir, küresel kredi krizi hortlamış olabilirdi; doların değerlenmesi, emtia ve sermaye piyasalarının satış baskısı altında bunalması görünümü iyice olumsuzlaştırabilirdi.
Orta-uzun vadeli faizlerdeki son altı aylık eğilimi riskten kaçınma eğiliminin devrede olduğunu inkâr etmeye izin vermiyor. Fakat euro/dolar paritesinin bulunduğu seviye yapay bir şekilde bu gerçeği inkâr ediyor ve bu nedenle mali sistemi çok kısa vadede rahatlatan temel değişken olarak ön plana çıkıyor. İşlem hacminin daraldığı ve oynaklık riskinin buna bağlı olarak büyüdüğü aralık ayında neler yaşanacağını ve 2013 yılının nasıl kapanacağını kestirmek güç. Ancak 2014 yılının Ocak ayı ile birlikte her şey değişebilir. Euronun ve sermaye piyasalarının bugünkü seviyelerini koruması pek mümkün olamayabilir. Son ABD verileri 2014 yılına damga vuracak eğilimin riskten kaçınma ve gelişmekte olan ekonomilerde yaşanacak olumsuzluklar olduğuna işaret ediyor. Risklerini azaltmayı düşünenler açısından önümüzdeki birkaç haftalık dönem son fırsat olabilir... 2013’ün ikinci yarısında yaşanan finansal sarsıntıların öncü niteliğinde olduğunu unutmamak gerekiyor!..