Cari açık ve Migros'un satışı

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM [email protected]

GÜNDEM / Tuğrul Belli [email protected] Bugün itibarıyle ekonomimizin bir fotoğrafını çekersek herhalde en kırılgan noktanın milli gelirin yüzde 8'i civarında açık veren cari işlemler dengesi olduğunda herkes fikir birliği içinde olur. Tabii, bu bugünün fotoğrafı. Yarının fotoğrafında artan işsizlik, düşen büyüme hızı ve iç piyasalarda sıkışma gibi konuların öncelik kazanacağını görebiliriz. Bugünün problemi olan kronik cari açık problemine geri dönersek, çoğu yorumcu açığın büyük ölçüde doğrudan yabancı yatırımlarla karşılandığını, bu nedenle çok ciddi bir tehlike olarak görülmemesi gerektiğini ifade etmekte. Örneğin 2007 senesinde toplam 38 milyar dolarlık cari açığa karşı nette 20 milyar dolar kadar doğrudan yabancı sermaye girişi olmuş. Güzel, ancak ileriye doğru baktığımızda bu trendin devam etmesi konusunda bazı şüpheler oluşabilir. Öncelikle son yıllarda en çok ilgiyi çeken bankacılık sektöründe satışa konu olabilecek bankaların sayısı oldukça azalmış durumda. Diğer özelleştirmelerin ne kadar ilgi çekeceği ve ne kadarının net yabancı sermaye çekeceği de oldukça belirsiz. (Örneğin Tekel'in sigara bölümü satışında BAT dışında teklifler ağırlıklı olarak yerli sermayedarlardan geldi.) Yurtdışı finans piyasalarındaki daralma nedeniyle alıcı şirketlerin finansman bulmakta zorlanacakları da görülüyor. Ayrıca bugüne kadar gelen yabancı sermayenin neredeyse tamamının bankacılık, perakendecilik, haberleşme ve gayri-menkul gibi sanayi değil de hizmet sektörü ağırlıklı ve sıfırdan değil de varolan şirketlere yönelik yatırımlara yönelmiş olması da, bu yatırımların genel olarak Türkiye ekonomisine olan faydasının da sorgulanmasını gerekli kılıyor kanımca. Cari açık ve doğrudan sermaye yatırımları bağlamında Migros'un BC Partners adındaki özel sermaye (private equity) fonuna satışıyla ilgili bir kaç noktayı da vurgulamak istiyorum. Türkiye'de süpermarketçiliğin ne kadar zor olduğunu, alım gücünün yeteri kadar yükselmemiş olması nedeniyle penetrasyon oranlarının hâlâ düşük kaldığını, büyük ölçüde kayıtdışı olan çarşı-pazar ekonomisinin ciddi bir sorun olmaya devam ettiğini, Carrefour ve diğer oyuncuların önemli bir rekabet yarattığını, ayrıca hükümetin de küçük esnafı kollar bir politika izlediğini biliyorum. Bu nedenlerle Migros'un kârlılığı da bir türlü istenen seviyelere gelemedi. (2006 yılına göre 2007 sene sonu kârında görülen yüzde 320 oranındaki artışın büyük ölçüde Ramstore'ların Enka'ya satışından gelen olağanüstü gelirden kaynaklandığını unutmamak gerekiyor.) Ancak gene de ileriye dönük olarak bakıldığında, Türkiye gibi gelişmekte olan bir ülkede perakendecilikte bir numara durumunda olan ve çok iyi bir marka tanınırlılığı olan bir şirketin elden çıkarılmış olması üzücü. Satışın doğrudan yabancı sermaye yatırımları ve cari açık açısından ilginç yönü ise finansmanın tamamen Türk bankaları tarafından "döviz olarak" yapılmış olması. (Satış fiyatının TL olarak açıklanması aslında güzel bir halkla ilişkiler taktiğinden başka bir şey değil. Sadece BC Partners fiili ödeme yapılacağı güne kadar hedge yaparak TL'nin olası bir değer kazanması durumunda dolar bazında zarar etmesini engellemek zorunda.) Böylece tıpkı bundan önceki Türk Telekom özelleştirmesi ve Mey İçki'nin TPG'ye satışında olduğu gibi görünüşte ekonomiye yabancı sermaye girişi var, ancak finansman sağlayanlar Türk bankaları. Bu durumun ödemeler dengesi tablosu içerisindeki etkisi ise sıfır. Türk bankalarının döviz kredisi verebilmek için mevduat veya sendikasyon kredisi şeklinde döviz borçlanması gerekiyor. Bu durum ödemeler dengesinin finans hesabında bir azalış yaratıyor. BC Partners tarafından Koç Holding'e ödeme yapıldığında ise finans hesabında bir artış söz konusu olacak. Kısacası net etki sıfır. Böyle bakıldığında da doğrudan sermaye yatırımlarının en azından bir kısmının Türkiye ekonomisine net bir döviz girdisi sağladığını söylemek oldukça zor. Migros satışında Türk bankalarının önemli riskler aldığını da unutmayalım. Öncelikle BC Partners'ın finansör bankalara Migros'un hisse senetleri dışında bir teminat verdiğini hiç sanmıyorum doğrusu. (Herhalde alıcı şirket de bir off-shore merkezde kurulmuş olan bir SPV (special purpose vehicle -özel amaçlı şirket) olacaktır.) Ayrıca 10 yıl gibi uzun vadeli bir finansman sağlayan Türk bankalarının bir vade uyumsuzluğu yaratmış olmaları da söz konusu. (Tabii, bugünkü konjonktürde değil, ama zaman içinde bu risklerini başka yabancı kuruluşlara da dağıtabilirler.) Bir de alınan zımni kur riski söz konusu. Migros neredeyse tamamıyle Türkiye iç piyasasından TL olarak gelir kazanan bir şirket. Halbuki borçlanması haliyle döviz üzerinden (Zaten, açıkçası bu faizlerden kim uzun vadeli TL borçlanır ki?). Belki döviz-TL swaplayarak bir kısım riskini azaltabilir, ama gene de uzun bir süre ciddi bir açık pozisyon taşımaya devam edecektir.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019