Cari açık " Demokles'in" olmaya devam ediyor
Haftabaşında açıklanan Ödemeler Dengesi rakamları belki piyasalar açısından fazla bir sürpriz içermiyordu (cari açık 6.1 milyar dolarla beklentiler paralelinde geldi), ancak trendin bu şekilde devam etmesi ileriye dönük olarak "sürdürülebilir" bir gelişmeye de işaret etmiyor. 12 aylık cari açık rakamı 54.8 milyar dolarla milli hasılanın %7'sinin üzerine çıkmış bulunuyor. Bu gelişmeler ışığında İMF'nin bu hafta yayınlanan "Dünya Ekonomik Görünüm" raporunda yer alan Türkiye'nin 2011 sonu cari açık tahmini olan %8.0 oranının bile şimdiden oldukça düşük kaldığı söylenebilir. Trendin bu şekilde devam etmesi durumunda, cari açık sene sonunda rahatlıkla %9'un üzerine çıkacaktır.
Bilindiği gibi, Merkez Bankası geçen sene sonundan beri cari açıkla ilgili gelişmelerden duyduğu rahatsızlığı dile getirerek, bu konuyla ilgili bir dizi tedbir alma ihtiyacını hissetmişti. Her ne kadar, son 5 yıldır açık bir "enflasyon hedeflemesi" politikası güden bir Merkez Bankası'nın bu hedefin dışında başka hedefleri de gözetmesinin asli hedefi olan enflasyon kontrolünü de tehlikeye sokabileceği şeklinde bazı eleştiriler geldiyse de, gerek Dünya'da gittikçe artan bir oranda "makro-ihtiyati" (macroprudential) tedbirlerin ön plana çıkartılması, gerekse de Türkiye ekonomisinin bugün içinde bulunduğu konjonktürde söz konusu tedbirlerin enflasyon kontrolüyle çelişen bir noktasının bulunmaması nedeniyle bu eleştirilerin şu an için fazla bir geçerliliği de yok. Nihayetinde finansal büyümenin kontrol altına alınması şeklindeki bir makro-ihtiyati politikanın enflasyonu artırıcı yönde bir etkisi söz konusu olmayacaktır.
Ancak problem Merkez Bankası'nın uygulamaya koyduğu makro-ihtiyati tedbirlerin ne kadar etkili olduğu ve olacağı ile ilgili. MB finansal gelişmelerle ilgili 2 noktada rahatsızlığını dile getirmişti. Birincisi, cari açığın son dönemde gittikçe belirginleşen şekilde kötüleşen finansman kalitesi. Bununla ilgili olarak, Türkiye'ye giren sıcak para miktarını azaltmak amacıyla kısa vadeli politika faizlerini düşürmek ve aynı zamanda piyasa faiz oynaklığını artırarak TL'nin cazibesini azaltmak şeklinde özetlenebilecek bir politika ortaya koydu. MB için ikinci endişe yaratan konu ise cari açığın mutlak düzeyindeki artış. Bununla ilgili olarak da cari açık ve kredi kullanımı arasında doğrudan bir ilişki olduğunu ileri sürerek, bankaların zorunlu karşılık oranlarını artırmak suretiyle kredi genişlemesini yavaşlatmayı amaçladı.
Bugün geldiğimiz noktada alınan tedbirlerin istenilen yönde bir etki yaratmadığı açık bir şekilde ortadadır. Şahsen, MB'nın alınan tedbirlerin orta ve uzun vadede etkisini gösterebileceği şeklindeki savunmasına katılmam da pek mümkün değil çünkü bugün alınan tedbirler bugünkü piyasada gözle görülür bir etki yaratamamışsa, bu etkinin daha sonra ortaya çıkma ihtimali çok da fazla değil.
Politika faizi olan 1 haftalık repo faizlerini düşürmenin ilk 2 ayda sıcak para girişini frenlediği ve hatta nette çıkışa yol açtığı değerlendirmesi yapılmıştı. Hatta, MB bu duruma kanıt olarak 15 Mart'ta yayınladığı basın duyurusunda "yurt dışı yerleşiklerin para piyasasında gerçekleştirdikleri işlemler içinde mevcut durumda en büyük ve en değişken kalem olan swap işlemlerinin, nitelikleri gereği, ödemeler dengesi raporlarında ayrı bir kalem olarak doğrudan izlenemediğini" ve bununla ilgili bankaların bilanço-dışı döviz pozisyonlarındaki değişime bakılması gerektiğini ima etmişti. Duyurunun ekine koyduğu tabloyla da 12 Kasım - 4 Mart arasında bu değişimin -11.5 milyar dolar olduğunu göstemiş, ve swap yoluyla gelen parada önemli bir azalma olduğunu ima etmişti. Halbuki, bu çekilişin asıl sebepleri aynı dönemde tamamen raslantısal olarak genelde Dünyada gelişmekte olan ülkelerden bir para çekilişi olması ve MB'nın uygulamaya koyduğu ortodoks dışı politikanın yabancı yatırmcılarda yarattığı "sürpriz" etkisiydi. Nitekim, 4 Mart'tan beri geçen 4 haftada bankaların bilanço-dışı pozisyonu 8.8 milyar dolar artmış ve TL de yeniden değer kazanmış bulunuyor. Kısacası sıcak parada değil kalıcı bir azalış, son haftalardaki gelişmelere bakarsak önemli bir artış trendi söz konusu. (Bu gelişmede mutlaka MENA bölgesindeki gelişmelerin ve Yen-TL carry trade'inin yeniden çok cazip hale gelmiş olmasının da payı var.)
Kredi artışının sınırlandırılması konusuna gelirsek, sene başından 1 Nisan tarihine kadar banka kredilerinin artış hızından en ufak bir ivme bile kaybetmediğini görüyoruz. İlk 3 ayda %8 oranında artan krediler 12 aylık bazda da %33.7 oranında artış göstermiş. Ayrıca, son 3 aylık dönemde kredi faizlerinde kredi kullanıcılarının talebini daraltıcı oranda bir artış da söz konusu olmadı. Demek ki bankalar zorunlu karşılıklar yoluyla çekilen 38 milyar TL'yi değişik kanallarla rahatlıkla yerine koyabilmekteler.
Sonuçta, MB ve Hükümet'in artık İMF'nin bile gelişmekte olan ülkeler için geçerli bir politika önerisi olarak ortaya koyduğu yabancı fon girişlerine vergi ve/veya "nemalandırılmayan rezerv koşulu" uygulamalarını ciddi olarak gündeme getirmesi gerekiyor. (İngilizcede "unremunerated reserve requirement" (URR) olarak adlandırılan nemalandırılmayan rezerv koşulu ile zorunlu karşılık rasyosu anlamına gelen "reserve requirement ratio"yu (RRR) karıştırmamak gerekiyor. URR yabancı yatırımların cins ve vadesine göre belirli oranlarda faizsiz bloke hesaplarda alıkonması anlamına geliyor.)