Cari açık ne kadar bir tehdit oluşturuyor?

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

Artarak devam eden cari açık bir ülkenin ekonomisinde temel bazı problemler olduğunun en önemli göstergelerinden biridir. Nitekim, bugün yaşanmakta olan  küresel krizi herkesten önce tahmin eden Prof. Nouriel Roubini büyük bir gelişmekte olan ekonomiye benzettiği ABD'nin ciddi problemlerle karşı karşıya olduğunu taa 2004 yılında bu ülkenin cari açığı 600 milyar dolara çıktığı zaman anlamıştı. Türkiye de 2002 yılından beri her sene giderek artan oranlarda cari açık veriyor. Her ne kadar geçen sene milli gelir serisinde yapılan revizyonlar nedeniyle oransal olarak azalma göstemiş ise de, cari açığın seneler içinde artan trendi değişmedi. Enerji ve emtia fiyatlarındaki artışlarla birlikte bu sene cari açığın miktar olarak 50 milyar doları, oran olarak da milli hasılanın %6.5'ini geçmesi bekleniyor.

Geçenlerde ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Sn. Şimşek cari açığın uygulanan IMF politikalarının istenmeyen bir yan ürünü olduğunu ifade etti. Burada kastedilen cari açığın yatırım ortamının iyileşmesi ile birlikte yatırım harcamalarının ulusal tasarruflardan daha hızlı artması nedeniyle ekonomide tasarruf açığı meydana gelmesinin doğal bir sonucu olduğuydu. Ancak, benim daha mantıklı bulduğum bir başka açıklama da uygulanan anti-enflasyonist programın bir parçası olarak para politikasının aşırı sıkı tutulmuş olması ve gerektiğinde örtülü bir kur çıpası olarak kullanılması sonucunda ülkeye spekülatif anlamda gereğinden çok yabancı kaynağın çekilmesi dolayısıyla cari açığın artmış olduğu. Bu açıklamaya itibar etmeyen IMF yanlısı kesim ise "Eğer yüksek faizler cari açığa sebep olmuşsa, düşürün faizleri de bakalım cari açık azalıyor mu? gibi anlamsız bir savı ileri sürüyor.

Bugünkü konjonktürde Merkez Bankası'nın ortada fol yok, yumurta yokken gecelik faizleri bir anda misal %10 seviyesine çekmesi pek tabii ki cari açık konusunda istenen etkiyi yapmayacaktır. Piyasada enflasyonla savaşım konusunda havlu atıldığı izlenimi verecek böyle bir hareket ikinci piyasa faizlerinin yükselmesi ile sonuçlanacaktır. Aynı zamanda, ciddi miktarda sıcak paranın dışarı çıkmasıyla TL değer kaybedecek, bu durum enflasyon beklentilerini daha da kötüleştirerek faizlerin daha da artmasına sebebiyet verecektir. Peki sonuçta Türkiye kurun değer kaybetmesiyle dış ticarette daha rekabetçi bir konuma çıkarak cari açığını daraltmayacak mı? Bu soruya da kesin bir evet demek zor. Bir defa enflasyon beklentilerinin artmasıyla karışan piyasalarda sükuneti sağlamak zaman alacaktır. İhracata konu olan ürünlerde pek çok hammadde ve ara malı ithal edilmektedir. Kurun artması ithalat maliyetlerinin de artması anlamına gelmektedir. Ayrıca, yabancı yatırımların geri çekilmesi paradoksal bir şekilde para politikası gevşetilirken ve enflasyon artarken ekonomik aktivitenin de yavaşlamasına sebep olacaktır. Enflasyon beklentilerinin kalıcı bir şekilde yükselecek olması da işin bir başka menfi boyutu. Kısacası, cari açığın çözümü için sadece para politikasına dayalı kolay bir yol yok. Ancak MB'nin zamana yayılan bir şekilde gecelik faizleri kademeli olarak düşürme yönünde bir faiz patikasını açık bir şekilde ortaya koyması faydalı olacaktır.

Öte yandan, ekonomide yaratmakta olduğu yapısal bozuklukları bir kenara koyarsak, bugün için cari açık oranımızı yüksek oranlı bir devalüasyon riski yaratan bir tehdit olarak da görmüyorum doğrusu. Hatta, Türkiye'nin her ne kadar enerji kaynaklarına sahip olmamak gibi ciddi bir handikapı olsa da, gerek döviz kazandıran ihracat, turizm, müteahhitlik hizmetleri gibi konularda, gerekse de dış finansman sağlama yollarında diğer gelişmekte olan ülkelere kıyasla yüksek düzeyde esneklik ve çeşitlendirme sağlamış olması önemli bir değer olarak ortaya çıkmaktadır. Bu da Türkiye'nin değişen global konjonktürden minimum düzeyde etkilenmesini, bir anlamda ekonomi olarak kendini hedge etmiş olmasını beraberinde getiriyor. Örneklemek gerekirse: Türkiye enerji fiyatlarındaki anormal artış nedeniyle ciddi bir darbe almış olmasına rağmen, dünyada artmış olan likidite sayesinde son döneme kadar Batı'dan, son dönemlerde de petrol zengini Rusya ve Uzakdoğu ülkelerinden doğrudan veya dolaylı kaynak sağlayarak zor duruma düşmekten kurtuldu. Ayrıca, aynı dönemde Euro'nun değer kazanmış olması da ağırlıklı Euro üzerinden ihracat yapan Türkiye'nin rekabetçiliğini az da olsa korudu. Keza, bugünlerde durum değişiyor, ancak Türkiye gene kuyruğu dik tutacaktır. Bir defa, düşen enerji fiyatları cari açığımızı da otomatik olarak azaltmaktadır. Doların değer kazanmasının menfi etkisine karşılık, emtia fiyatlarının da neredeyse paralel bir şekilde azalmakta olması da bize bir hedge sağlamaktadır. Öte yandan, AB ekonomisinin durgunluğa girmekte olması ihracat gelirimizi azaltıcı, dolayısıyla cari açığımızı artırıcı bir etki yapabilir. Fon kaynakları bakımından da riskli bir dönem geçirebiliriz. Batıda finansal krizin çözümlenmesinin 2009 yılının ortalarına kadar uzama ihtimalinin belirmesi, şüphesiz bazı fonların girişini kısıtlayacaktır. Petrol fiyatlarının düşmesi de petrol geliri olan ülkelerin yatırımlarını azaltabilir. Ancak, söz konusu ülkelerin petrol çıkarım maliyetlerinin çok düşük olması ve bu ülkelerin nette hala fon biriktiriyor olması ve malum nedenlerle Batı'daki yatırımlarını azaltmaya çalışmaları Türkiye için bir avantaj olabilir. Öte yandan, Türk finans kesiminin güçlü bilanço yapısı ve TL faizlerin göreceli olarak hala dünya üzerindeki en yüksek faizlerden biri olması da Türkiye'nin kaynak sağlamasına yardımcı olacaktır.

Peki, uzun dönemde Türkiye'nin cari açık problemi nasıl çözümlenebilir? Bu konuyu ileriki bir yazıda daha etraflıca ele almak isterim ama çok kısaca çözümün Türkiye'nin büyüme hızının kaba bir ölçüt ile bugünlerde %6.5 civarında olan cari açık oranının üzerine çıkarılması ve özellikle kayıtdışılığı azaltmayı hedefleyen sıkı bir maliye politikasının sürdürülmesinde yattığını söyleyebilirim.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019