Cari açık için neden daha fazla endişelenmeliyiz?
Haftanın bu ilk gününde ülkemizi ilgilendiren iki tane önemli veri açıklanacak. Biri uzun zamandır tartışılan Kamuda Tasarruf Paketi Genelgesi ki cesametinden ziyade toplumsal algısının sinyal etkisi yaratmasını beklerim. Diğeri ise ekonomik takvime bağlı olarak TCMB tarafından yayınlanacak Mart ayı Ödemeler Dengesi İstatistikleri. Bakan Şimşek cuma günü yaptığı konuşmada “Geçen sene mayıs ayında 12 aylık cari açık 60 milyar dolardı. Şimdi şubat ayı itibariyle 32 milyar dolar civarına düştü. İnanıyorum ki bu sene milli gelire oranla yüzde 2 buçuk civarına düşmüş olacak” şeklinde açıklama yaparken, altın ithalatına getirilen kotanın ne denli isabetli olduğuna da vurgu yapmıştı. Verilere bakılacak olursa cari açıktaki belirgin düşüşün geçen yıldan itibaren gerçekleştiği görülmektedir. 2022 yılında 49 milyar doları aşan cari açık, 2023 ocak-aralık döneminde yüzde 8 düşüşle 45 milyar dolar seviyesine gerilemiştir. Bu azalıştaki etmenlerde; Bakan’ın belirttiği üzere yılın ikinci yarısından itibaren altın ithalatına getirilen kotanın etkisi olduğu gibi düşen enerji fiyatları ve artan turizm gelirlerinin (yüzde 9,9 net seyahat geliri) de önemli ölçüde payı olduğu görülür. Bugün açıklanacak Mart 2024 cari denge (açık) beklentisiyse yıllık bazda +-30 milyar dolar civarında şekilleniyor.
Cari açıkla ilgili hipotezler dönüşüm olmadıkça hep geçerli!
Türkiye’de kendimi bildim bileli bir sorun olan ve 2000’li yıllarda kronikleşen cari açığın nedenleri konusunda öne sürülen hipotezlere bakıldığında; fosil enerji ve ithal bağımlılığı yani dış ticaret açığı en önemli yapısal sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Diğer taraftan nedenselliğe bakıldığında büyümeden cari açığa doğru tek ve bazı araştırmalarda çift yönlü ilişki olduğu; reel döviz kuru ve bütçe açıklarıyla da yüksek korelasyon gösterdiği bilinmektedir. Daha açık ifade etmem gerekirse ülkemizde yeterli tasarruflar oluşmadığından yatırımların yapıldığı büyüme dönemlerinde ve/ veya döviz kurunun reel olarak düşük olduğu dönemlerde tüketime dayalı ithalat yoluyla meydana gelen kronikleşmiş bir açık söz konusudur. Ve bu yüksek cari açıklar ülkem dahil Meksika, Doğu Asya, Brezilya, Arjantin gibi gelişmekte olan ülkelerde genellikle kur ve finans krizlerine yol açmaktadır.
Petro-dolar ya da kan ter ve gözyaşıyla gelen başarı
Dünyada çok yüksek (Current Account to GDP oranı yüzde 10’un üzerinde) cari fazla veren ülkelerin genel olarak doğal kaynak zengini olduğu söylenebilir. Bu ülkelerden belki de en çok ayrışanı Singapur olarak karşımıza çıkar ki ülkede 1965 yılında kişi başına geliri 500 dolarken, 2022’de 67k doların üzerine çıkmış hatta ülke, 2024 yılında The Heritage Foundation’ın Ekonomik Özgürlük Endeksi tarafından dünyanın en açık ekonomisi kabul edilmiştir. Ancak küresel olarak süper kabul edilen bu şehir ülkesini bu hale getirmenin yolunun pek de demokrasiden geçtiği söylenemez. Son derece pragmatik ve otokratik bir yönetimle uyuşturucu veya yolsuzlukla ilgili suçlara ölüm cezası verilirken; ulusal birliği tehdit eden herkes mahkemelere başvurmadan hapse atılır ve bu acımasız ama iş dostu yasalar sayesinde uluslararası yatırımcıların güveni kazanılmış olur. Hatta PISA testindeki olağanüstü başarılar da…
Gelişmişler liginde açık finanseedilebilirken bile oyunun kuralı değişir
Bir de ABD ya da İngiltere gibi gelişmişler liginde cari açığı yüzde 3 ve üzerinde olanlar var ki onların rezerv paraları nedeniyle açıklarını finanse etmesi gayet sürdürülebilir gözüküyor. Buna rağmen ABD’nin Çin’e verdiği ticaret fazlası oyunun kurallarını değiştirdi: Batı dünyasının başat aktörlerinin Çin’le ticareti artık bir rekabetten çok “ulusal güvenlik” sorunu olarak görüp, vergi ve fon sübvansiyonlarıyla kendi içinde dahi bir rekabete girmesi küreselleşmeyi tehdit ediyor. Kim bilir asıl konu belki de ABD’nin 34 trilyon doları aşan kamu borcunu finanse edebilmek için enflasyon hedefi pahasına verimlilik artışı sağlamasındadır.