Cari açık: Düşük tasarruf oranı sorunu...

Fatma MELEK
Fatma MELEK PİYASA GÖZÜYLE [email protected]

Cari işlemler açığı yıllıklandırılmış olarak Mart ayında 60.5 milyar $'a ulaştı. TCMB, yüksek emtia fiyatları ve dış talebi zayıflatan gelişmeler sebebiyle cari işlemler dengesinde yılın son çeyreğine kadar bir iyileşme beklemiyor.

TCMB'nin aldığı tedbirlerin etkinliği, ilave önlemlerin gerekliliği, TL'de daha hızlı bir değer kaybı tartışmaları yapılırken temel sorunun Türkiye'nin düşük tasarruf oranından ve ihraç ettiği malların önemli bir kısmının düşük-orta teknolojili mallardan oluştuğunu unutmamak gerek.

Bir ülkede özel sektör ve kamu sektörünün toplam tasarrufları toplam yatırımları karşılayamıyor ise cari işlemler hesabında açık oluşacak bu açık da diğer ülkelerin tasarruf fazlaları ile finanse edilecektir. Cari işlemler açığını azaltmak için iki yol var; net özel tasarrufun veya net kamu tasarrufunun artması gerekiyor.

Kamu sektörü büyük bir disiplinle bütçe açıklarını 2001 yılında milli gelirin %12'sinden global kriz öncesinde %2'ye geriletti. Ancak kamunun tasarruflarını daha da artırması, özellikle ekonominin yüksek büyüme dönemlerinde bütçe fazlası vermeyi hedeflemesi makul görünüyor.  

Özel sektörün tasarrufları artan yatırımları karşılamada yetersiz. Fark yurt dışı borçlanma ile karşılanıyor. Ancak büyümede tüketimin payı yüksek. Özel tüketimin milli gelirdeki payı %70'in üzerinde; ABD ile aynı. Gelişmekte olan ülkeler ortalaması %60; Çin, Kore ve Hindistan'da bu oranlar sırasıyla %36, %43 ve %56. Özel sektör tüketiminin gelişen ülkeler ortalamasına gelmesi, daha dengeli bir büyüme için gerekli. Ancak tüketim eğiliminin değişmesi de zaman alıyor.

Türkiye'de toplam yurt içi yatırımlar milli gelirin %17.8'i, tasarruflar ise %12.6'sı ile düşük seyrediyor (2010). Ancak tasarruflar da gelirin bir fonksiyonu; özel sektörde rekabet gücünüz yüksek olduğu takdirde geliriniz yüksek olacak ve artan yatırımları karşılayacak.

Türkiye 2001 krizi sonrası dönemde düşen enflasyon/faiz, artan büyüme, verimlilik artışı ile üretimini daha fazla yüksek ve orta-yüksek ürün yapısına kaydırdı. 2000'de %29 (1990'da %15) olan orta-yüksek teknolojili ürün ihracatımızın toplam ihracattaki payı %37'ye yükseldi. Ancak bu  düşük bir oran. OECD ülkeleri ortalaması %65. İhracatımızın önemli bir kısmının orta-düşük teknolojili ürünlerden oluşması da kur hareketlerinin gerek işçilik maliyeti ve fiyatlar gerekse daha düşük gelirli ülkelerle rekabet edilebilme açısından önemini artırıyor. 

Şirketler kesiminde sermaye birikimini artırmanın, dolayısıyla tasarrufları yükseltmenin ana fonksiyonu üretimde daha yüksek gelir yaratabilecek bir üst zincire geçmek.

Özel sektörde rekabet gücü artışı için de: Ar-ge faaliyetlerinin hem artırılması hem de yapılan araştırmaların sanayiye ticari ürün olarak yansıması gerekiyor. Daha etkin üniversite-sanayi işbirliğine gereksinim var. Örneğin ABD'de özellikle yüksek teknoloji konularında üniversite-sanayi işbirliği çok sağlam. Bu da büyümenin temel taşını oluşturuyor.

Özel sektörün rekabet gücünün artırılmasına destek için, KOBİ'lerin finansmana erişiminin/halka açıklığının artırılması ve girişim sermayesi kullanımının teşviki önemli. 

Türkiye girişim sermayesi açısından bir çok gelişmekte olan ülkenin gerisinde kalıyor. Risk sermayesinin gelişememesinin en önemli nedeni, çıkış stratejisi sorununun henüz çözülememiş olmasıdır. Örneğin ABD'de risk sermayesi grupları yatırımlarını tekrar nakde çevirip yeni girişimlere ortak olmak istedikleri zaman hisselerini yerel ve elektronik borsalarda kolayca halka arz edebiliyorlar. Türkiye'de ise risk sermayesi kuruluşları genellikle hisselerini yatırım yaptıkları gruplara devrederek çıkış yapıyor.

Dolayısıyla şirketlerin daha küçük,  "KOBİ borsaları" yoluyla halka açılmaları bu çıkış stratejisi sorununu ortadan kaldırabilecektir. Türkiye'de bu amaçla "Gelişen İşletmeler Piyasası" açıldı. Ancak piyasa Nisan 2011'de 34 milyon TL piyasa değeri ve 31 milyon TL hacim ile henüz başlangıç aşamasında.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
2016 Beklentiler 07 Ocak 2016