Cari açığın ilacı OSTİM... Başka şeylerin de...

Hakan GÜLDAĞ
Hakan GÜLDAĞ [email protected]

Demir metalurjisini

3 bin yıldan fazla bir zaman önce...

Hititler başlatmıştı...

Anadolu topraklarında...

Sonra köprülerin altından çok sular aktı...

Batı'dan şekillendi yeni zaman...

Batı'dan kasıt; gelişmişlik...

Sanayileşme...

İleri teknoloji...

Ve o Batı'yı yakalamak;

Türkiye'nin en az 150 yıllık rüyası...

OSTİM...

Türkiye'nin en büyük...

Dünyanın ise sayılı küçük ve orta ölçekli

sanayi üretim alanlarından biri...

Makine imalat, metal işleme, elektrikelektronik,

iş makineleri, imalat

ekipmanları, otomotiv, plastik-kauçuk,

tıbbi araç gereçler...

Hasılı 17 temel sektör...

50 bin çalışanıyla...

3 bini imalatçı

5 bin işletmesiyle...

Bir sanayi kenti...

Diyeceksiniz ki...

Türkiye'nin rüyası ile OSTİM arasında ne

bağlantı var?

Hemen söyleyeyim...

OSTİM bizzat o rüyanın kendisi...

Eğrisiyle, doğrusuyla...

Türkiye'nin sanayileşme hamlesinin

sembollerinden biri...

Hititlerden bugüne uzanan köklerin...

Bu topraklarda yaşayan insanların

mücadeleci karakterinin somutlaşmış

ifadesi...

Nasıl mı?

Alın tasarımınızı gidin OSTİM'e...

Ya da fikrinizle...

Onlar tasarımını da yapsınlar, üretimini de...

Ne istiyorsunuz?

Yeni bir otomobil mi?

Tren mi?

Uçak mı?

KOBİ'lerin oluşturduğu bu dev fabrikada

hepsini yapmak mümkün...

Rüya gibi değil mi?

Her biri "yedi fersah uzunluğunda"

adımlar attıran o mucizevi çizmeler gibi...

Belediyelerimizin metroya mı ihtiyacı var?

OSTİM "biz yaparız" diyor...

Raylı sistemiyle, taşıtlarıyla, vagonlarıyla...

Havayollarımız "bölgesel uçak" mı istiyor?

OSTİM talip...

Onlarca ülkeye binlerce parça yapıyorlar...

Neden bunları kendimiz için

birleştirmeyelim?

OSTİM Başkanı Orhan Aydın...

Yönetim Kurulu Üyesi Doç. Dr. Sedat

Çelikdoğan...

Genel Sekreter Gülnaz

Karaosmanoğlu...

OSTİM Yatırım'ın Kordinatörü Şefik

Çalışkan...

Hep birlikte konuşuyoruz...

OSTİM Türkiye için ne ifade ediyor...

Daha ne hizmetler verebilir?

Cari açık...

Türkiye ekonomisinin temel sorunu...

Dün de öyleydi... Bugün de...

Bir nedeni enerjide dışa bağımlılık ise...

Diğeri ara malı ithalatı...

Açığı kapatmak için atılan adımlar için ya

geç kalındı...

Ya da atılmaya çalışıldığında önüne engel

çıkarıldı...

Ve bu Türkiye'ye çok şey kaybettirdi...

Zaman da, para da...

Peki, bugün farklı mı?

Başkan Orhan Aydın'a kulak verelim:

"Bugünkü bürokraside şöyle

bir öngörü var;

Küresel bir dünyada yaşıyoruz.

Serbest piyasa ekonomisi var.

Dolayısıyla hiçbir şeye müdahale

etmememiz lazım.

Oysa en büyük tehlike bu!

Çünkü dünyayı böyle okuduğunuzda...

Gelişmiş ülkelerin

Ya da o ülkelerin firmalarının

Satın almacısı oluyorsunuz...

Eğer kafanızın arkasında bir stratejiniz

yoksa..."

Orhan Aydın'ın ifadesiyle:

"Şu anda işleyen düzen bu..."

Dünya Ticaret Örgütü...

Avrupa Birliği kuralları...

Hepsi iyi güzel de...

Satır arasında bize Batı'dan doğru

söylenen şu:

"Ben 150 yıldan beri sanayileşmişim...

Üst kattayım...

Sen alt kattasın...

Üst kata çıkmaya kalkarsan...

Benim tadım kaçar...

Dolayısıyla kuralları ben koyacağım..."

OSTİM Başkanı isyan ediyor:

"Kısaca bize diyorlar ki,

Senin üst kata çıkma şansın yok.

Senin asansörün belli bir kata kadar...

Üst kata çıkamaz...

Peki ben hiç mi çıkamayacağım

o üst kata?

Seninle yarışma şansım yok mu?

Bize söylenen:

Ancak ben müsaade edersem..."

Yani...

Bugün Batılı firmalardan öyle her önüne

gelen ileri teknoloji alamaz...

‘Hadi canım... Olur mu öyle şey bu

devirde' demeyin...

Bal gibi oluyor...

Mesela 40 bin devirlik bir takım tezgahı

satın almaya çalışın...

Bakalım size kim satacak?

Satın alsanız bile ne sözler vereceksiniz,

ne taahhütlerde bulunacaksınız?

Örneğin savunma sanayiinde

kullanabilecek misiniz?

Bir deneyin bakalım!

Savaş...

Hiç istenecek şey değil...

Ama artık bu çağda geride kaldı

diyebiliyor muyuz?

Alın Libya'yı...

Kaddafi'nin haklılığı, haksızlığı meselesini

koyun kenara...

İbretlik vaka...

Ne oldu?

Milyarlarca dolar verip satın aldığı savaş

uçaklarına...

Gelişmiş Batılı ülkeler...

Kolayca kırıverdiler kanatlarını...

Kendi sattıkları savaş uçaklarını kuş gibi

avladılar...

Bir üst modelleriyle...

Kendi ürettikleri bir üst teknolojiyle...

Biz memleket sorunlarını konuşmayı çok

severiz...

Şehvetle...

Ama iş proje üretmeye gelince bir o kadar

zayıf kalırız...

Yani, problemi iyi belirleriz de....

Çözüm aşamasına gelince takılır kalırız...

O zaman sen söyle ne yapalım deyince

çoğumuz kemleyip kümlemeye başlarız...

Benim gördüğüm OSTİM'de durum

öyle değil...

Birincisi, bu konuda adım atıyorlar...

70 firmayı bir araya getirmişler...

Savunma sanayiinde "kümelenme"

kurmuşlar...

Amaç, üretimlerini, teknolojilerini ve de

rekabet güçlerini geliştirmek...

İkincisi, bu süreçten öğreniyorlar...

Öğrendikçe proje geliştiriyorlar...

Sadece ürünlere ilişkin değil...

İş yapma modellerine ilişkin de...

Savunma Sanayii Müsteşarlığı'nın

yürüttüğü off-set anlaşmalar örneğin...

Başarıyla uygulanıyor...

Savunma sanayii 12 milyar dolarlık off-set

almış...

Ofset anlaşması özetle şu:

Bize satılan silah kadar, siz de bizden

mal alın.

Ya da bize silah satan şirket, Türkiye'nin

ihraç mallarının dünya pazarlarında alıcı

bulması için garanti versin.

Daha da iyisi, bu silahı sen üret ama şu

kadarını da yerli olarak ürettir...

OSTİM soruyor:

Bunu neden başka alanlarda da

uygulamayalım?

Hangi alanlar mı?

Birçok...

OSTİM'ciler derslerine iyi çalışmış...

Türkiye'de yüksek teknolojili alanlarda

kamu harcamalarını çıkarmışlar...

Rakamlar, ilgili bakanlıkların stratejik

planlarından...

2011-2021 arasında...

Yani önümüzdeki 10 yılda tahminen

Türkiye;

Haberleşmeye 210 milyar dolar...

Bilgi teknolojilerine 70...

Ulaştırmaya 90...

Enerjiye 95...

Sağlığa 135 milyar dolar harcayacak...

İşte size imkan...

Türkiye'nin sanayi profilinin çıtasını

yükseltme imkanı...

Cari açığı azaltma imkanı...

Savunma dahil, kendi işini kendin görme

imkanı...

Bugünkü dünyada tam bağımsızlık ne

kadar mümkün, tartışılıyor...

Ama bu, elimize fırsat geçse de

değerlendirmeyelim, erteleyelim demek

değil ki...

Nasıl olsa tartışacak daha çok zaman,

çok da konu var...

Son söz yine Orhan Aydın'ın:

"Sanayileşme ne demek?

‘Bir yerden daha ileri bir noktaya nasıl

gelebilirim' demek...

‘Engellere rağmen...

Başkalarına rağmen...

Nasıl üretebilirim...

Ve nasıl bir adım öne geçebilirim'

demek...

Stratejiyse, bunun stratejisini

oluşturmamız lazım..."

Çanakkale Savaşı ve ‘milli sahte'...

Çanakkale Savaşı deyince 273 kiloluk top mermisini taşıyan Seyid Onbaşı...

Küçücük mayın gemisi Nusret'in dev müttefik donanmasına karşı verdiği mücadele...

Akla ilk gelenlerdir...

Çanakkale Savaşı'nın bir başka ilginç hikayesi daha var.

Belki duydunuz, belki duymadınız...

Ben Merkez Bankası'nda dinledim hikayeyi... Sizlerle paylaşmak istiyorum.

Türkiye'nin bilinen ilk "sahte" parasının hikayesi...

Çok ilginç, bir o kadar da duygu yüklü bir hikaye bu...

Hikayenin baş kahramanı "zabit namzedi" olarak Çanakkale'ye giden Muzaffer Bey...

Muzaffer Bey, 1916 ilkbaharında Çanakkale'ye vardığında savaş durmuştu. Buradaki birliklerin büyük kısmı, Kafkas, Irak ve Filistin cephelerine sevk edilmeyi bekliyorlardı. Ama bunun için kullanılacak kamyonlarda başkaca pek çok malzemenin yanında sağlam lastik bulmak da mümkün değildi. Komutan, Muzaffer'in açıkgöz ve becerikli bir İstanbul çocuğu olmasını da fırsat bilerek, malzemeyi

sağlaması için İstanbul'a gönderdi. Gereken parayı alması için de Erkan-ı Harbiye Riyaseti'ne hitaben yazılı bir tezkereyi eline verdi.

Muzzaffer, istenilen malzemeyi güç bela, Karaköy'de bir Yahudi tüccarda buldu. Fiyatını öğrendi. Parayı almak üzere Erkan-ı Harbiye'ye gitti. Yanında getirdiği tezkereyi uzattı. Komutan, miktarını bile sormadan, "Ne alınacak?" dedi. "Otomobil ve kamyon lastiği" cevabı verilince Muzaffer'e dik dik baktı:"Ben askerin ayağına postal alacak parayı bulamıyorum. Sen otomobil lastiğinden bahsediyorsun! Haydi yürü git...

Para mara yok!"

Muzaffer selamı çaktı, dışarı çıktı. Malzemeyi bulmuştu fakat para yoktu. Eli boş dönemezdi, bir çaresini bulmak lazımdı...

Doğru tüccara gitti:

"Paranın tediye muamelesi akşamüstü bitecek. Yarın öğleden evvel vapurum Çanakkale'ye kalkıyor, yetiştirmem lazım.

Onun için sabah ezanında geleceğim. Malları mutlaka hazır edin..." Muzaffer tam ayrılırken ilave etti: "Altın para vermiyorlar, kağıt para verecekler!"

Ertesi sabah ortalık henüz ışırken, havagazı fenerinin yarım yamalak aydınlattığı loşlukta mallar arabaya yüklendi. Muzaffer bir yüzlük kaime (100 liralık kaime, resmi fiyatıyla 100 altın demekti) verdi.

Üç gün sonra, tüccar, elindeki yüzlük kaimeyi bozdurmak üzere Osmanlı Bankası'na gitti.

Bozmadılar... Çünkü, elindeki para sahte idi.

Muzaffer, para basımında kullanılan kağıdın aynını Karaköy'de bir kırtasiyeciden almış, bütün gece oturmuş, çini mürekkebi ve boya ile, gerçeğinden bir bakışta ayırt edilemeyecek taklit bir para yapmıştı!..

Bir farkla...

O devrin hakiki paralarının üzerindeki yazılar arasında yukarıda şu ibare bulunurdu: "Bedeli

Dersaadet'te altın olarak tesviye olunacaktır." Muzaffer, yaptığı taklit parada bu ibareyi şöyle yazmıştı: "Bedeli Çanakkale'de altın olarak tesviye olunacaktır."

Muzaffer Bey Galatasaraylı'ydı. Kendisi de Galatasaraylı olan Ziyad Ebuzziya hikayenin sonunu şöyle aktarıyor:

Daha sonra şehit olan Muzaffer'in taklidini yaptığı paranın aslı bu tertip kağıt paraların en büyük kıymeti olan 50 liralık kağıt paradır.

Herhalde alacağı malzemenin bedeli elli liranın çok üstünde olmalıdır ki, iki tane ellilik imal edecek olsa anlaşılabileceği için tek bir yüzlük yapmıştır. Esasen Muzaffer'in "sabah ezanı

vakti" üzerinde durması da, hem o devrin ölü ışıkları altında paranın iyice incelenmesine imkan bırakmamak, hem de sabahın o saatinde her taraf kapalı olduğundan, sağa sola sormak ihtimalini de ortadan kaldırmak için olmalıdır.

Peki ya tüccar? Onun parası ne oldu? Bu olay Saray'da da duyulunca, Şehzade Halim Efendi olayla ilgilendi. Tüccarı buldurdu. 100'lük evrak-ı nakdiyeyi bedelini altın olarak ödeyip aldı. İstanbul Polis Okulu'ndaki emniyet müzesine hediye etti.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar