Cari açığın finansman tarafı hala hassas

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM [email protected]

Geçen haftaki yazımda Avrupa'yı saran borç krizinin Türkiye ekonomisini dış ticaret ve cari açığın finansmanı kanalıyla etkilemekte olduğunu ve artan riskleri azaltmak için ekonominin soğutulmasının elzem olduğunu vurgulamıştım. Yazıda dış ticaretteki gelişmeleri mercek altına alarak önümüzdeki dönemde oldukça iyimser bir şekilde ihracatımızın %15 civarında artacağını ve ithalatımızın artış hızının sıfıra kadar gerileyeceğini varsaysak bile, orta vadede aylık dış ticaret açığımızın 7 milyar doların, cari açığımızın ise 6 milyar doların altına düşmesinin pek mümkün olmadığını belirtmiştim. Bu da Türkiye ekonomisini ister istemez daha önce İMF'nin öngördüğü, OVP'de de kısmen yer bulan "düşük büyüme - yüksek cari açık" senaryosu altına sokmakta.

Gerek büyümeyi frenlemek, gerekse de TL'nin değer kaybını durdurmak amacıyla Merkez Bankası son dönemde faiz koridorunu genişleterek ve piyasa fonlamasını kısmen yüksek faizli gecelik fonlamaya kaydırarak nominal faizlerde belirgin bir artış yarattı.  (Bugünlerde MB toplam piyasa fonlamasının 30 milyar TL kadarını haftalık olarak düşük faizden, 15 milyar TL kadarını da gecelik olarak yüksek faizden gerçekleştirmekte.) Sonuçta piyasa faizlerinde ve dolayısıyla kredi faizlerinde de %2-3 puanlık bir artış meydana gelmiş bulunuyor. Ancak, faizlerdeki artışın aslında nominal olduğu, ve enflasyonun geldiği ve önümüzdeki aylarda geleceği düzeyler dikkate alındığında reel faizlerde bir artıştan değil, aksine bir azalıştan bile söz etmenin mümkün olduğu da iddia edilebilir. (Eylül'de %6.2'ye kadar gerilemiş olan TÜFE, önümüzdeki aylarda baz etkisiyle %11'in üzerine çıkabilir.)

Dün Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu'na verdiği sunumda Sn. Başçı son dönemde kredi büyümesinde gözlemlenen ivme kaybının ekonomik büyümeyi dizginleyerek cari açık üzerindeki riskleri azalttığını vurguladı. Sunumda yer verilen bir grafikte de tüketici kredilerinin yıllık artışının 4 haftalık ortalamalara göre %10'un altına gerilediği gösterilmekte. Yılın ilk 9 ayında 83 milyar TL kadar artmış bulunan toplam TL krediler ise son 2 ayda sadece 4.7 milyar TL artmış bulunuyor. Paralel bir şekilde ilk 9 ayda 12.2 milyar dolar artan döviz kredileri ise son 2 ayda sadece 750 milyon dolar artmış vaziyette. Kredilerdeki bu yavaşlamanın devam etmesi durumunda ekonomik aktivitenin zayıflaması ve büyüme hızının daralması kaçınılmaz olacaktır.

Evet, ekonomide önümüzdeki dönemde belirgin bir yavaşlama olması kuvvetle muhtemel. Ancak bu durumun cari açığın finansmanı ile ilgili riskleri tamamıyla ortadan kaldırdığını söylemek oldukça zor. Her ne kadar Sn. Başçı sunumunda "Yılın son aylarında cari işlemler dengesindeki iyileşmenin daha belirgin hale gelmesi beklenmekte ve cari açığın kalitesindeki iyileşme devam etmektedir" iddialarında bulunmaktaysa da, açıkçası ben henüz bu noktalarda çok rahat bir konuma geldiğimiz düşüncesinde değilim. Başta da belirttiğim gibi, aylık 6 milyar dolarlık cari açığın daha da düşürülmesi ancak ekonomide bir yavaşlama değil, daralma olursa gerçekleşebilir. Cari açığın kalitesine gelirsek, benim "kaliteli" cari açıktan anladığım finansmanın kısa vadeli portföy yatırımları, MB rezervleri ve nereden geldiği belli olmayan "Net Hata ve Noksan"la değil, uzun vadeli borçlanma ve doğrudan sermaye yatırımlarıyla sağlanmasıdır. En son açıklanmış olan Eylül ayı Ödemeler Dengesi verileri üzerinden gidersek son 2 ayda portföy hesabından nette 4.5 milyar dolar kadar çıkış olduğu görülüyor. Doğrudan yatırımlar ise ilk 9 ayda 10.9 milyar dolara ulaşmış durumda. 2010'un ilk 9 ayında bu rakamın sadece 5.5 milyar dolar olduğu hatırlanırsa, burada bir iyileşme söz konusu. (Ancak doğrudan yatırımların 2006-2008 yıllarında 20 milyar doların üzerine çıkmış olduğunu hatırlamakta fayda var.) Diğer kalemlerdeki gelişmeler ise pek müsbet değil. Özel sektörün uzun vadeli borçları azalırken, kısa vadeli borçlarında artış görülmekte. Net hata ve noksan'dan girişlerde artış söz konusu. Eylül'de MB rezervlerinde de az da olsa bir artış görülmekteyse de, o günden beri rezervlerde (bankaların döviz olarak yatırdıkları zorunlu karşılıklar çıkarıldığında) gerileme olduğu biliniyor. Son dönemde bu resimde fazla bir değişiklik olduğunu da sanmıyorum.

Cari açığımızı radikal bir şekilde azaltmanın sadece ekonomik olarak küçülme ile mümkün olabileceği gerçeği karşısında Avrupa'daki gelişmeler bizim açımızdan daha da önemli bir hale gelmekte. Örneğin, Avrupa bankalarının dolar likiditesi ile ilgili sorunlarının bu bankalardan yüklüce kredi kullanmakta olan bizim bankalarımızı etkilememesi düşünülemez. Bu nedenle, geçenlerde 6 büyük merkez bankasının dolar likiditesine yönelik operasyonu bizim açımızdan da önemli bir rahatlama sağlamış bulunuyor. Keza, bugün başlayacak Avrupa liderler zirvesinde EFSF ve AMB'nin imkanlarını istenilen ölçüde artırıcı tedbirler konusunda anlaşmaya varılması önemli. Ancak daha önce yapılan sayısız zirvede beklentilerin hep boş çıkmış olması, bu zirveden de çok umutlu olmayı engelliyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019