Cari açığımızı kapatmada bir Himalaya hikâyesi
Anlatacağım hikâyeyi bu ay içindeki bir gazete haberinden esinlenerek hatırladım. Haber kısaca şöyleydi: “Yerli üreticilere kamu ihalelerinde sağlanan yüzde 15’lik fiyat avantajının yüzde 25'e çıkarılması gündeme alındı. Hem de bu kez fiyat avantajının bir genelgeyle ifade edilmesi değil, zorunlu hale getirilmesi için çalışıldığı iddia ediliyor.”
Gazete haberinde, bu yoldan ülkemizin kronik hale gelen cari açık sorununa da bir çare bulunabileceğinin altı çiziliyordu.
Cari açığa çare böylesi yollardan mı aranmalıydı? Bu yaklaşım bana eski Devlet Bakanlarımızdan Yılmaz Karakoyunlu'dan dinlemiş olduğum bir hikâyeyi hatırlattı.
Sayın Karakoyunlu Mülkiye'den mezun olduktan sonra yüksek lisans eğitimi için ABD'ye gider. Ders programındaki seçimlik derslerden biri de Business Ethics (İş Etiği) adını taşımaktadır. Karakoyunlu, adını ilk kez duyduğu bu dersi çok merak eder. Dersi genç bir Hintli öğretim üyesi vermektedir. Hintli Hoca ilk günkü dersinde şöyle bir söylemde bulunur: “Bazı sorunlar için geliştirdiğiniz çözüm yolları, sorunun kendisinden daha ağır olabilir.”
Karakoyunlu bu söylemi anlayamadığını belirtir. Bunun üzerine Hintli Hoca konuya açıklık getirmek amacıyla, bizim burada Himalaya Hikâyesi olarak adlandırdığımız, aşağıdaki hikâyeyi anlatır:
“Himalayalar'da küçük bir krallık mutlu bir yaşam sürmektedir. Ama onları çok üzen ve gelecekleri konusunda endişelendiren bir sorunları vardır: Krallarının çocuğu olmamaktadır. Kralları ölünce ne olacaktır? Ülkeyi kim yönetecektir? Mutlulukları böyle devam edecek midir?
Kral bir gece uykusunda ak sakallı bir ihtiyar görür. İhtiyar, bin metre kadar yukarılardaki bir köyde bir çobanın yaşadığını söyler. Çobanın 17-18 yaşlarında bir kızı olduğunu; şayet bu kızla evlenirse bir çocuğu olacağını müjdeler.
Kral ertesi sabah uyanır uyanmaz adamlarını köye gönderir. Hakikaten köyde bir çoban yaşamaktadır. 17-18 yaşlarında da güzel bir kızı vardır.
Kral kıza talip olur ve hemen babasından ister. Anlı şanlı bir düğünle evlenirler. Dokuz ay sonra da nur topu gibi bir oğlan çocukları dünyaya gelir. Artık kralın da, tebaasının da üzüntüleri bitmiş, geleceğe ilişkin endişeleri ortadan kalkmıştır.
Fakat beklenmedik bir gelişme bu mutluluğa son verir. Çocuk henüz 7 yaşına yeni basmışken bir veba salgını ortaya çıkar. Kral ve tebaası telaşlanır. Herkes korkuya kapılır. Ya çocuk, geleceğin kralı da vebaya yakalanıp ölürse!
Kral bir çare bulmak ümidiyle ülkesindeki ve komşu ülkelerdeki hekimleri saraya davet eder. Konsültasyon yapmalarını, çocuğunun vebadan ölmemesi için bir çare bulmalarını ister. Hekimler iki günlük yoğun bir mesaiden sonra, sonucu bildirmek üzere kralın huzuruna çıkarlar.
Hekimbaşı, çocuğun vebadan ölmesini engelleyecek tek bir çare bulabildiklerini iletir krala. Buldukları tek çare şudur: Çocuğu, veba olmadan öldürmek!”
Hikâye burada sona erer. Bu hikâyeyi yukarıdaki gazete haberiyle birlikte yorumladığımda şunları düşündüm:
Şayet içinde bulunduğumuz bilgi toplumunun küresel rekabet ortamında cari açığın çaresi, geçmişin ithal ikameci uygulamalarında görülüyorsa, Hintli Hocanın yukarıdaki sözleri kendisini burada tam anlamıyla doğrulamaktadır: “Bazı sorunlar için geliştirdiğimiz çözüm yolları, sorunların kendisinden daha ağır olabilir.”
Geçmişin ithal ikameci politikalarına dönüş, muhakkak ki çok daha ağır sorunları beraberinde getirecektir. Bunu, çağımızın yeni ekonomik düzeninde, bilgi toplumunun küresel rekabet ortamında, kimsenin aklından geçirmediğini ümit ediyoruz. Fakat, bizi tekrar gerilere götürecek, 30 yılı aşkın bir süreden beri geliştirmeye çalıştığımız 'ihracata yönelik kalkınma stratejisi'nde gedikler açılmasına imkân verecek uygulamalara izin verilmemesi gerektiğini düşünüyoruz.
Rahmeti Cumhurbaşkanımız ve Başbakanımız Turgut Özal'ın Türkiye ekonomisine en büyük katkısı, muhakkak ki 1980'li yıllarda uygulamaya başlattığı yeni kalkınma stratejisi olmuştur. Onun da adı, “serbest piyasa ekonomisi çerçevesinde ihracata dayalı kalkınma stratejisi”dir. Bu strateji doğrultusunda epey yol aldık. Bazen başarılı, bazen de başarısız olduk. Önemli krizler yaşadık. Küresel düzeyde rekabete açıldık. Çok önemli tecrübeler edindik. Küresel rekabet ortamında başarılı olan birçok girişimcimiz oldu. Onlarla gurur duyuyoruz.
Cari açığın nedeni imkânlarımızın üstünde yaşamak olduğuna göre, çare de burada aranmalıdır. Yaşam seviyemizi aşağıya çekmeyi düşünemeyeceğimize göre, çare imkânlarımızı arttırmaktır. Bunun için de Atilla Karaosmanoğlu'nun “İzmir Karşıyaka'dan Dünya'ya” adlı anı kitabında işaret ettiği gibi, potansiyelimizin altında yaşadığımızın farkına varmaktır. Dolayısıyla potansiyelimizi daha iyi değerlendirmenin yollarını bulmaktır. Bu yolları ithal ikameci uygulamalarda değil; “serbest piyasa ekonomisi çerçevesinde ihracata yönelik kalkınma stratejisi” içinde aramamız gerektiği konusunda artık ülkemizde de geniş bir konsensus oluştuğuna inanıyoruz.
Sonuç olarak, Rahmetli Özal'ın başlattığı ve doğru olan strateji taviz verilmeden sürdürülmelidir. Eksik bıraktığı alan da doldurulmalı, eksik tamamlanmalıdır. Kanaatimizce eksik kalan, ülkemizdeki serbest piyasa ekonomisi uygulamasının etkili bir hukuki altyapıya kavuşturulamamasıdır. Oluşturulan bağımsız regülasyon kuruluşları ve diğer yasal düzenlemeler, sistemin oluşmasına muhakkak ki önemli katkı sağlamıştır. Ama yapılması gerekenlere göre yetersizdir. Bu konudaki gelişmiş ülke uygulamaları değerlendirilmeli ve ülkemiz şartlarına uyarlanarak süratle hayata geçirilmelidir. Ayrıca, oluşturulan regülasyon kuruluşlarının bağımsızlıkları da maalesef korunamamıştır. Tam tersine, kısıtlanması yoluna gidilmiştir. Dünyadaki serbest piyasa ekonomisi uygulamalarında şu gerçek kendisini her daim doğrulamıştır: Etik ve hukuki altyapısı yeterli olmayan bir piyasa ekonomisi başarılı olamamakta, bozulmaya mahkum kalmaktadır. Yolsuzlukların, rant kapılarının denetlenip engellenemediği bir piyasa ekonomisinin bozulması, bir anomi ortamına sürüklenmesi kaçınılmaz olmaktadır.