Can boğazdan uçup gider, para hırsı ve cehaleti sadece toprak örter
(Damarları patlayıp, kemikleri kırılan çocuklarımız ve mikrop histerisiyle diri diri yaktırılan 2.5 milyon tavuğun anısına)
Tavukların neden hızlı piştiğine ve jöle oluşturamadıklarına ilişkin "büyütme amaçlı antibiyotik" kullanımının "kollajen sentezini bozduğu" şeklindeki geçen haftaki yazımız üzerine BESD-BİR Derneği Başkanı Sayın Sait Koca arayarak "piyasaya verilenlerin tavuk değil piliç olduklarını, o nedenle hızlı piştiklerini, endüstrinin kendini çok iyi denetlediğini" söyledi. Sayın Koca buna karşılık "neden GDO soya kullandıkları" şeklindeki sorumuza "Toprak Mahsulleri Ofisi'nden almak zorunda olduklarını, o nedenle başka seçenekleri bulunmadığı" cevabını ekledi. Ben de bunun üzerine yazılı açıklama göndermelerinin en doğrusu olacağını söyledim, dün sabah itibarıyla henüz bir açıklama gelmedi. BESD-BİR'e hassasiyetinden ötürü müteşekkiriz, ancak büyütme amaçlı antibiyotik kullanımı konusunda başka kaynaklardan aldığım veriler tavukların antibiyotik kullanılmaksızın 45 günde büyümelerinin zaten imkansız olduğunu göstermekte. Tavuk üretimi işiyle uğraşan arkadaşlarımız gülümseyerek "antibiyotik kullanılmaksızın o kadar hızlı büyüme olamayacağını" söylediler. Bunun üzerine Galatasaray Ciğercisi'ni arayarak 45 günlük normal beslenmiş bir tavuk talebinde bulundum, onlar da 45 günlük pilicin bir yumruk büyüklüğünü geçemeyeceğini belirttiler. Sohbet ettiğim taksici ise Taksim'deki dönercilerin günde 3.5 ton piliç döner sattıklarını aktardı.
Çocukluk arkadaşım Elif'in kızı Ece'yi okulda arkadaşları şakalaşırken sadece duvara doğru itmiş, düşme yok, darbe yok, dirseği kırılmış, ameliyat gerekmiş. Kiriş kopmalarıyla ilk tanışmam da bir profesyonel voleybolcu arkadaşımın Aşil (topuk) kirişini koparmasıydı. Başvuran hastaların büyük bir kısmının geçmişindeki şikayet kasık ya da karın fıtığıydı. Etraftan aktarılanlar, gencecik insanların eklem sıvıları eksik, adeta kurumuşlar, çürümeden dökülür dişler, kemiğe tutunamaz olmuşlar. İmplant gereksinimi son derece doğal, kemik çakılan implantı da barındırmaz, önden "yatak enjeksiyonu" kaçınılmaz. Velhasıl bunların adı da "kollagen sentez bozuklukları", kaska rağmen parçalanan kemikler, balon yapıp kanayan beyin damarları; bilmem ne kadar haberdar durumdan Sağlık Bakanlığı'nın danışman kadroları?
Piyango kime çarpar bilinmez, "güvenli marketler" bile zehirler, lakin asla söylenmez
Tıp moleküller alemine bulaşalı beri gerçekle bağlantısı iyice koptu. DNA'nın her şeyi açıklayacağını zannedip, buna inanmak isteyen "bilimciler", yedikleri tavuk, süt, yoğurt ve GDO'dan tümüyle bihaberler. Bilim zannettikleri "filim", vahşi endüstrinin gıdaya bulaşmasıyla vizyona girdi. Homojenize sütler UHT edilmeye başlandı, kaymak tutmaz ya homojen yoğurt, eksiği enjekte kaymakla tamamlandı. Mısır şurubu çıkalı beri kekler artık bozulmaz, içtikçe içirir kola, hamburgere doyulmaz. Derken civcivler 45 günde pilice döndü, Dr. Mengele'yi aratmayacak yöntemler; antibiyotikler, GDO'lu soya ve bakteri mahsulü amino asitlerÖ GDO bugün artık ineklere de kaptırılıyor, "güvenli" deyip içti Bakan, "hijyenik" süt çocuklara yutturuluyor. İşin bir de tarım ilaçları sorunu var ki, piyango kime çarpar bilinmez, "biz güvenliyiz" diyen marketler bile zehirler, lakin asla söylenmez.
Tıp erbabı başını kuma gömmüş, deve kuşu gibi bekler; yeter ki reçete yazsınlar, baharda Amerika'ya götürülecekler. Oysa karşılaştıkları hastalıklar eski hastalıklar değil; iştah küpü mide kanserleri, en ufak sıkıntısı olmayan akciğer tümörleriÖ "Olsun, madem tanısı var, biz basarız kemoterapiyi" der fikir öncüleri, sadece Amerikan kılavuzlarına bakarlar, gerisi öteberi. Durum böyle olunca kılavuzu karga olanlar, kendi burunları havada, hastayı toprağa bastırırlar. Sorun ne otoritenin, ne odanın, ne de doktorun sorunudur; o malum sondan sadece kaçan hastalar kurtulur. "En iyisi köyüne gitsin" denenler, "hastalık değil ama bu tedavi bitirdi beni" diye işkillenenler kurtulma şansı en yüksek olanlardır. "Kanser konusunun en yetkin danışmanları", sigara tekerlemesi dışında söyleyecek en ufak bir sözü bile olmayanlardır. Oysa yeni uşak hastalıklar bunlar, gıda endüstrisinin başarıyla Homojenize ettiği, UHT, NBŞ, GDO, Antibiyotik (çevrede canlı bırakmayan tarım ilaçları da dahildir) sendromu; HUNGA dedim ben onlara.
Velhasıl yeni hastalık tablolarıyla karşı karşıyayız
Lakin hastalık bu işte, nedeni sigara değil de, UHT süt, homojenize yoğurt, antibiyotikli tavuk ve tarım ilacı emdirilmiş meyve ve sebze ise, gelir elbette en olmayacak insanı da bulur. Hastalığın yüzünü görmeyen gözler, hastanın sözünü duymayan kulaklar, "gözleri vardır görmezler, kulakları vardır işitmezlerden" midirler bilinmez, o dem dut yemiş bülbül olur. El süren yanar ya, "kanser erbabı danışmanlar" hemen gömer kafalarını ak dağların eteklerindeki kumlara. Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık, "tehcir ettirilenler" soruna derman bulur, yemine onlar sadık. "Nereden çıktı bu hastalık" diye sormazlar bile çevredekiler, "nekst piliiz" (next please, bir sonraki) onların ahde vefası bu kadardır, hasta nekahetten bile çıkmadan bir sonrası planlanmalıdır. Dost suratlı bu tertip aslında tamamen yüzsüzdür, yüz nakli bile kurtarmaz, dokuları zaten dikiş tutmaz, patlamış dalak gibi, gevşek ve çözümsüzdür.
Sözün özü yeni hastalık tablolarıyla karşı karşıyasınız. Sayın Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanım "tarladan sofraya güvenli gıdanın" bir balon gibi söndüğünü çok iyi bilmeli. Ve Sevgili Sağlık Bakanım (hakkını hep sakladım) bu kez çok ciddi düşünmeli. Vatandaşın sorunu yeni kuşak hastalıklar için söyleyecek bir şeyi olan kaç kişi var? Boğazdan uçup giden canı, beş yıldızlı hastaneler mi yerinde tutar?
Not: Gazetelerden yansıyan, ateizmin (!) ateşli savunucusu biyolog Richard Dawkins ile Anglikan Kilisesi'nin Başpiskoposu Rowan Williams Oxford Üniversitesi'nde karşılıklı oturup Tanrı'nın varlığını tartışmışlar (!). Başpiskopos Dawkins'in sorularını yanıtlamakta görünen "biraz" zorlanmış, zaten ben de daha farklı bir durum çıkacağını düşünmezdim. Ne var ki yine de bilin, "târik" (terk eden) sonlanmakta, Târık hakim olmaktadır: "İnsanın aslında sapmaz bir hedefi vardır ve bu önceden belirlenmiştir. Parlak bir yıldızÖ İçinde parlak bir yıldız (cevher) taşır. Eğer serbest bırakırsanız, parlar ve karanlığı deler. Bu bir koruyucudur. Yaradılışınıza bakın, bunu göreceksiniz. Engellerini kaldırırsanız içinizden coşkun bir kaynak olarak akmaya başlar. Ama geri dönüşü de mümkündür. O gün sırlar açığa çıkar ve kullanılmaya başlanır. Kendiniz başaracaksınız, ne bir kuvvet ne de bir yardımcı yoktur. Çünkü sema dönüş sahibidir. Arz çatlama sahibidir. Bu kesin bir vargıdır. Şaka değildir. Buna karşı olanlar tuzak kurarlar. Oysa onlara da zaten tuzak kurulmuştur. Onlara süre tanınmalı, kendileri kendi sonlarını hazırlayacaktır."