Büyüyerek geleceği tüketmek başarı mıdır?
Türkiye İstatistik Kurumu tarafından hesaplanan ve açıklanan verilere göre, 2012 yılı ekonomik büyümesi yüzde 8.5 olmuş ve kişi başına hasıla 10.444 dolara yükselmiş. Gerçekleşen büyüme açısından Çin'in ardından ikinci en iyi performans yakalanmış. Bu aşamada sormak gerekiyor. Söz konusu veriler bugün dile getirildiği gibi bir başarı öyküsü müdür, yoksa gelecekte ciddi maliyetleri olabilecek bir başarısızlık mıdır? Eğer bu bir başarı ise neden cari açık öncelkili rahatsızlık odağı olarak algılanıyor ve neden tasarruf yetersizliğinden şikâyet ediliyor? Yine neden Bankaılık Denetleme ve Düzenleme Kurulu sorunlu kredi hacminin artmasından endişe ediyor?..
Şahsen ortaya çıkan büyüme rakamının başarıya değil, başarısızlığa işaret ettiğini, ortada övünülebilecek bir durum olmadığını düşünüyorum. Zira siyasi irade ve düzenleyici kurumların, 2010 yılı ikinci yarısında hissedilen ısınmayı kontrol altına almak ve yumuşak inişik mümkün kılmak adına aldığı önlemler umulan sonucu verememiş, kredi arzındaki artış ve cari açıktaki büyüme yeterince dizginlenememiş gibi görünüyor. Bireyler tüketimde, kurumlar ise yatırımda aşırılık sınırlarını uyarılara rağmen zorlamış; bu durum anılan dönemler açısından kamu ve mali sektörü rahatlatmış, fakat tüm ekonomi açısından geleceğe yönelik belirsizlik ve kırılganlık artmış. Hem fiyat istikrarı, hem de finansal istikrar tehlikeye girmiş. Bu aşamada gecikmeli olarak devreye giren son enerji zamlarının birey ve kurumları gafil avlaması önlenememiş!.. Vatandaşın can ve mal güvenliğini sağlama konusunda gereken yapılamamış, yapılabilenler yeterli olamamış.
Hesapsızca borçlanarak iç talebi artırmak mümkündür, fakat sürdürülebilir değildir ve kırılganlığın artması önlenemez. Büyüme ve cari açık rakamları bu çok tehlikeli yola girdiğimize işaret ediyor. Satın alma gücü artmadan, borçla finanse edilen harcama artışı geleceğin gelirlerinin çok daha önceden harcanmasıdır ve ileride yaşanacak yıkıcı daralmaların habercisidir. Şuursuzluktur, tutarlı değildir; ağustos böceğini oynamak ve medeniyetten uzaklaşmaktır. Aman beklentiler bozulmasın diye bardağa dolu tarafından bakmak ve gerçek dışı varsayımlarla kitleleri yönlendirmek bu yanlışta ısrarlı olunduğu anlamına gelir. Bu yaklaşımla gelir dağılımı ne rekabet koşullarının daha da bozulması, tasarruf açığının büyümesi önlenemez.
Sürdürülebilirliği korumak adına tüketim ve yatırım eğilimi açısından iki temel kural var: Günlük tüketim ihtiyaçları için borçlanmak zorunda kalmak ve bunun yarattığı tehlikenin farkında olmamak çok ciddi bir risktir; bu açıdan ayağı yorgana göre uzatmak hayati önemdedir. Borçlanma sadece yatırım için olmalı ve ancak doğru zamanda yapılmalıdır. Doğru zaman ise gelir veya tasarrufların arttığı dönemdir. Küresel ve ulusal düzeyde faaliyet gelirleri eriyor, günlük ihtiyaçlar için borçlanma eğilimi genele yayılıyor ve buna rağmen hesapsızca yatırımlar yapılıyor ise evdeki hesaplar çarşıya uymaz. Özellikle 2010 ve 2011 yıllarındaki olmak üzere son on yılın büyümesi bu koşullarda gerçekleşmiş, geleceğimiz üzerindeki ipotek büyümüş, kendi kaderimizi belirleme ihtimalimiz önemli ölçüde azalmıştır. Bu gerçek ortada iken büyüme rakamı veya beklenenden biraz düşük çıkan enflasyon rakam ile övünmek züğürt tesellisidir, çaresizliktir…
Enerji fiyatlarına yapılan son zamlar tüketenlerden üreticilere oğru bir kaynak transferi girişimidir. Geliri azalırken borcu kontrolsüz bi şekilde büyüyen ve tasarruf stokları tükenme noktasına gelmiş olan tüketici ve üretici kesimler bu yükü nasıl taşıyacaktır? İç talepte, kredilerde vergi gelirlerinde bundan sonra nasıl eğilimler yaşanacaktır? Bu sorulara yanıt vermeye çalışırsanız, açıklanan büyüme rakamlarının başarı mı, yoksa başarısızlık mı olduğunu daha net bir şekilde görebilirsiniz…