Büyümenin sigortası öncü stratejiler

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Son haftalarda, kriz sonrasında mali disiplinin artacak önemine ve bunu destekleyecek bir "mali kural" tasarımının yasal hatta anayasal güvenceye kavuşturulmasına dair tartışmalara dikkat çekiyoruz. Şunu hemen belirtelim ki mali disiplini öncelikle süratle yerleşmemiz gereken yeni normalleşme rotasının istikrarı açısından önemli buluyoruz; yoksa Türkiye'nin asıl derdinin iki yıldır ara verdiği büyüme temposunu yeniden yakalamak ve böylece kronikleşmeye yüz tutan işsizlik sorununu en azından orta vadede hafifletmek olduğunu unutmuş değiliz. Mevcut yapısıyla sürekli cari açık üreten ve dış tasarruflara aşırı bağımlılık gösteren ekonominin, bir yandan yapısal dönüşümün alt yapısını tamamlarken, bir yandan da yol boyunca sürdürülebilir büyümeyi sağlama alacak öncü stratejilere ihtiyacı olacak.

Yüksek büyüme gelir mi?

2007'de yüzde 5'in altına düşen, 2008'de sıfıra yaklaşan büyüme hızı ve 2009'da yaklaşık yüzde 5 küçülme ile son üç yılın toplamında yerimizde saymış oluyoruz. Bir yönüyle bu, böylesine devasa bir krizi atlatmak için makul bir maliyet olarak da görülebilir. Ancak işsizlik sorununun ciddi bir şekilde ağırlaşması yanında, reform ve dönüşüm sürecinde yitirilen üç yılın, telafisi büyük gayret isteyen bir zaman parçası olduğu da açık.

TÜİK'in son iki yılın verilerini revize ederek açıkladığı 2009 son çeyrek büyüme rakamı sabit fiyatlarla yüzde 6 gibi beklenenden iyi bir düzeyde çıktı; böylece 2009'un tamamı için öngörülen küçülme de korkulandan daha düşük bir düzeyde yüzde 4.7 olarak gerçekleşti. 2008 sonunda 742 milyar dolara ve 950 milyar TL'ye çıkmış olan milli gelir 2009 sonunda 618 milyar dolar ve 954 milyar TL oldu. Kişi başına milli gelir ise 13.367 TL ve 10.436 dolar iken 2009 sonunda 13.269 TL'ye ve 8.590 dolar'a geriledi. 2007'den itibaren üç yıllık dönemde sadece yüzde 0.5 büyüdük ki hem yüzde 7.2 olan dünya büyümesinden, hem de Doğu Avrupa da dahil diğer bölgesel grupların performansından epeyce geride kalmış olduk. Yani açıklanan rakamların ekonomi ile ilgili çevrelerde doğurduğu memnuniyet, kendi başına olumlu bir durumu ifade etmesinden çok, toparlanmanın başladığının ve güvenin geri gelmesinin belirtisi olmasından kaynaklanıyor. Ayrıca nasıl küçülme korkulduğundan iyi çıktıysa, bu yıldan başlanarak büyüme performansımızın da umduğumuzdan ve Orta Vadeli Program'da öngörülenlerden daha iyi olabileceğine dair umutların da filizlendiğini söylemek yanlış olmaz.

Son çeyrekteki büyümenin kamu tüketim harcamalarında, iç talepte ve imalat sanayi üretiminde artışın ağırlıklı etkisiyle ortaya çıktığını, ancak stoklar ve yatırımlar ile ilgili düşüşün toparlanma sürecinin hızı konusunda soru işaretlerine neden olduğunu da not etmekte yarar var.

Hangi dış tasarrufu çekmeliyiz?

Krizin etkisinden sıyrıldığımızı varsayarsak, bundan sonrası için temel sorun, baz etkisiyle yükselecek olan büyümeyi kalıcı bir trende kavuşturup kavuşturamayacağımız. Son çeyrekte dış ticaret dengesinde olumsuz gidişin yeniden baş göstermesi, hem büyüme üzerindeki olumlu etkinin azalması hem de cari açık rakamının yeniden yükselmeye başlaması yönünden olumsuz. Önümüzdeki yıllarda güvenli bir yörüngeyi oluşturmamız, bu olumsuz belirtilerin daha da büyümesini önlemekten geçiyor.

Bu bağlamda üzerinde durmamız gereken önemli parametrelerden biri, ihtiyaç duyduğumuz dış tasarrufların bileşiminin kalitesini arttırmak ve kısa vadeli sermaye hareketleri yerine uzun vadeli doğrudan yatırımların nisbi payını yükseltmek. Bunun koşullarının ne olduğunu öğrenecek yeterli tecrübemiz oldu. Küresel tasarruflar ve sermaye sahipleri için güvenli, istikrarlı ve öngörülebilir bir yatırım ortamı bulunduğuna ilişkin sağlam ve inandırıcı kanıtlar oluşturulması gerekiyor. Makroekonomik politikaların, hukuk sisteminin, bürokratik uygulamaların caydırıcı olmamasına, bunun için de makul ve uzunca bir süre için inandırıcı örneklerin sergilenmesine ihtiyaç var. Salt bu açıdan dahi, zaman zaman ne kadar can sıkıcı olursa olsun, AB müzakere sürecinin devam ettirilmesi ve ilerlemesi son derece yararlı.

Mali disiplin ve mali kural konusunun da bu açıdan önemi çok. Türkiye'nin kendi belirlediği ekonomik programların ve politika önceliklerinin/kurallarının bulunması, piyasa oyuncularının güveni ve büyümenin istikrarı/sürdürülebilirliği açısından güçlü bir işlev görecek.

Ar-Ge'de yüksek çıta

Öte yandan tasarruf yetersizliği ve başta vergi sistemi olmak üzere yapısal reform sürecinin zaman alacak olması, başka bazı alanlarda da alışılmışın dışında atılımlar yapılması gereğini akla getiriyor. Kronik cari açık üreten ithalata dayalı üretim yapısının köklü bir şekilde dönüştürülmesi kolay değil, ancak bunun en kalıcı yollarından birinin yurtiçi katma değeri arttıracak Ar-Ge ve innovasyon yatırımlarının milli gelire oranla radikal bir şekilde arttırılmasından geçtiği açık. Üstelik son yıllarda yoğunlaşan mevzuat değişiklikleri ile fark yaratılmış ve farkındalık artırmışken.

Hele bunun küresel sermayenin Ar-Ge yatırımlarını cezbedecek koşulları, sözgelişi koruyucu patent rejimi, nitelikli Ar-Ge personeli ve genel olarak eğitime ayrılacak yüksek kaynak gibi stratejik inisiyatifleri içeren politikaları geliştirerek yapabilirsek ABD'nin yıllardır sürdürdüğü, AB'nin de hedeflediği milli gelirin yüzde 3'ü düzeyini hayal etmediğimiz kadar çabuk yakalayabiliriz. Bunun yaratacağı sinerji çok önemli bir büyüme ve rekabet çıpası olur.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019