Büyümenin finansmanı ve borç sorunu

Ömer Faruk ÇOLAK
Ömer Faruk ÇOLAK EKONOMİ ATLASI dunyaweb@dunya.com

Arka arkaya ülkelerin büyüme daha doğrusu küçülme oranlarının açıklandığı bir haftayı geride bırakıyoruz. Açıklanan rakamlar adeta ülkelerin küçülme konusunda birbirleri ile yarıştığını göstermektedir. Krizin tetikleyici ülke konumundaki ABD yüzde 2.5 küçülürken, Japonya'nın yüzde 8.8, Almanya'nın yüzde 6.9 ve Türkiye'nin 13.8 küçülmesi ayrıca analiz edilmelidir.

Ulaşılan büyüme rakamları, kamu harcamaları artırılmasına rağmen bu düzeydedir. Birçok ülkede kamu harcamaları artırılarak, ekonomide toplam talep artırılmaya çalışıldı. Kamu harcamalarının artırılmasına yönelik paketler açıklayan ülkelerin başında ABD ve Japonya geliyor. İki ülkenin ortak özelliği kamu finansmanında sorun yaşamaları yani çok borçlu olmalarıdır. Ancak bu durum sadece iki ülkeye özgü değildir. Bir çok ülke kamu borç stokunu döndürmek ile ilgili sorun yaşıyor.

Kriz sürecinde toplam talebi artırmak, özel kesim tüketim ve yatırımlarını uyarmak için kamu harcamaları artırıldı. Bu da başta ABD olmak üzere bir çok ülkede para arzı artırılarak ve daha fazla devlet tahvili çıkarılarak yapıldı. ABD göreli üstünlüğü nedeni ile bu tahvilleri uygun faiz oranlarından cari fazlası olan (Çin gibi) ülkelere sattı.

Kamu harcamalarının nasıl finanse edileceği krizin başlangıcında umursanmadı ise de, krizin belli bir aşmasına gelindiği bu günlerde, kriz sürecinde ekonominin finansmanın maliyetinin ne olacağı uluslararası medyada ve iktisat çevrelerinde tartışılmaya başlandı.

Bu tartışmalar iyi ve kötü senaryoya göre yapılıyor. Fakat hangi senaryo olursa olsun durum iç açıcı değil. Kriz sonrası ülkeleri büyük bir borç yükü bekliyor. İyi senaryoya göre 2010'da gelişmiş ülkelerde kamu borcunun gayrisafi yurtiçi hasılaya (GSYH) oranı yüzde 110 iken kötü senaryoya göre yüzde 125'e çıkmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerde ise oranlar ilk senaryo için yüzde 40, ikinci senaryo için ise yüzde 50'dir. Yüksek borç oranlarına sahip olan ülkelerde yurttaşları iki temel sorun beklemektedir: enflasyon ve yüksek vergiler. Nitekim eski ABD Merkez Bankası Başkanı Greenspan'in 26 Haziran'da Financial Times gazetesindeki makalesinde dünyanın yüksek enflasyon riski taşıdığını konusunda uyarılar yaptı ve ülkelerin iktisat politikası yapıcılarını buna şimdiden önlem almaya çağırdı.

Dünyada bu gelişmeler olurken Türkiye, krizde en çok küçülen G-20'si ülkesine rağmen adeta bir boş vermişlik içerisindedir. Nitekim 2009 yılının ilk beş ayında 20 milyar TL'nin üzerinde bir bütçe açığı ortaya çıkmıştır. Bu, hedeflenen yıllık açığın iki katıdır. Buna rağmen yeni bir politika hedefi ortaya koyulmamıştır. Türkiye'nin bu umarsız tavrının altında kayıtdışı ekonomiye yönelik güven yatmaktadır. Nitekim son altı ayda ödemeler bilançosunda 17 milyar dolarının üzerinde bir net hata noksanın varlığını hükümet gizli bir sevinçle karşılamıştır. Diğer yandan geçtiğimiz cuma günü bir gece yarısı operasyonu ile İşsizlik Fonu'nda biriken nemaların 2009 ve 2010 yılında bütçeye gelir kaydedilmesinin yolunu açan bir düzenleme yapıldı. Bu şekilde kayıtlı çalışan işveren ve işçinin ödediği primlere el koyuldu.

Yapılan zorla el koymaya rağmen kamu harcamalarında etkinlik ve verimlilik sağlansa, bu duruma razı gelinebilir. Ne yazık ki bu da yapılmamaktadır. 2007 yılından itibaren maliye politikasına egemen olan politik kaygılar halen devam etmektedir.

Sonuç dünya kriz sonrası olası sorunları nasıl engelleriz konusunu konuşurken, Türkiye, ekonomisine yeni sorunlar eklemeye devam etmektedir.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Çin böyle gider mi? 04 Ekim 2019
Yeni parasal ralli 27 Eylül 2019
Trump etkisi 13 Eylül 2019
Kapıyı çalan kimdir? 06 Eylül 2019
Talep mi borç sorunu mu? 30 Ağustos 2019