Büyüme ve sanayi üretimi

Gündüz FINDIKÇIOĞLU
Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ [email protected]

TCMB enflasyon senaryolarını ayrıntılı enflasyon raporuyla yayınladı ve senaryolar gayet iyi biliniyor. Ancak, enflasyon raporunun açıkladığı ve dikkat çekmesi gereken önermelerden birisi çıktı açığı ile ilgili olanı. Bu kavram potansiyel büyüme hızıyla gerçekleşen veya gerçekleşmesi beklenen büyüme hızı arasındaki farka işaret ediyor. TÜSİAD-TCMB işbirliğiyle yürütülen bir çalışmaya tekrar gönderme yapacağım: Dr. Şeref Saygılı & Dr. Cengiz Cihan, Türkiye Ekonomisinin Büyüme Dinamikleri: 1987-2007 Döneminde Büyümenin Kaynakları, Temel Sorunlar ve Potansiyel Büyüme Oranı. 1987-2007 döneminde potansiyel (trend) büyüme, yani çıktı açığını (output gap) kendisine nazaran ölçeceğimiz büyüme oranı yüzde 4. Fakat 2002-2007 döneminde bu oran yüzde 5'e yükselmiş bulunuyor. Yine de, 2002-2007 döneminde ulaşılan ortalama yüzde 6.8'lik büyüme oranının yüzde 1.8'inin geçici faktörlere dayandığı ortaya çıkıyor. Bir daha tekrar etmeyebilecek olan bu faktörler iskonto edildiğinde ulaşılan yüzde 5 trend büyümenin son 6 yılın ortalama trend büyümesi olduğunu, ama ne 2007 yılında, ne 2008'de, ne de 2009 yılında yüzde 5 trend büyümenin tutturulamadığını (tutturulamayacağını) görüyoruz. Hatta muhtemelen 2010'da da tutturamyacağız. Yani, aslında zaten mevcut durumda potansiyelimizin altında büyüyorduk. Global kriz başladığında bırakın potansiyeli artırmayı, daha potansiyeli bile tutturamamış durumdaydık.

Son 6 yıldaki büyümemizde küresel likidite bolluğu, 2003 yılından itibaren hızlana yatırımlar, ve bir defalık olduğu düşünülebilecek verimlilik artışının katkıları olmuş, ancak işgücü faktörü ve istihdamın büyümeye katkısı minimal kalmıştır. Asıl katkı, Batı'ya göre yüzde 50 oranında daha yüksek getirisi olan sermaye veriminden ve sermaye yatırımından gelmiştir. Fakat bu şekilde konkav bir Solow patikasına oturan bir büyüme modeli zamanla azalan getiri tuzağına düğmeye mahkumdur. Sermaye yatırımlarının marjinal verimi sermaye stoğu arttıkça düşecektir. Tasarruf oranının yüzde 16'lara gerilediği -OECD ortalaması yüzde 23, Çin yüzde 44- bir ekonomide sermaye yatırımlarına dayalı büyüme kaçınılmaz biçimde artan dış ticaret açığı anlamına gelir ve gelmektedir. Sermaye mallarını da, artan ölçüde ara mallarını da ithal ediyoruz. Öte yandan, sermaye yatırımlarındaki artış henüz çok da ciddi bir (Batıya) yakınsamaya yol açmamış görünüyor. Örneğin, 1980 yılında 2 civarında olan sermaye/hasıla katsayısı (capital-output ratio) 2007 yılında ancak 2.5 civarına gelebilmiş durumda. Oysa ki OECD'de bu oran 5 civarındadır. Verimlilik kalıcı bir şekilde artmadıkça büyüme de sürdürülebilir olamaz ve zaten mevcut yüzde 4-5 aralığındaki potansiyel büyüme hızı da aslında öyle çok yüksek bir büyüme potansiyelinin varlığına işaret etmiyor.

Enflasyon raporu 2009 yılının tamamında çıktı açığını eksi yüzde 6 olarak veriyor. Raporda çizilen grafikten yılın bütününde açığın böyle seyredeceğini ve ancak 2010 yılında eksi yüzde 2'ye doğru düzelebileceğini görüyoruz. Potansiyel büyümeyi yukarıdaki çalışmaya da gönderme yaparak -ve potansiyelin de aşağıya geldiğini göz önüne alarak- yüzde 4,5 olarak alırsak enflasyon raporunda baz senaryoda üstü örtük olarak eksi yüzde 1,5 civarında bir büyüme hızının öngörüldüğünü düşünebiliriz. Düzelme gerçekleştiğinde de artı yüzde 2,5 civarına yükselmiş olacağız. Enflasyonu yüzde 6.8 (baz senaryo, medyan değer) olarak tahmin eden senaryo eksi büyüme öngörmektedir. Bu durumda faiz indirimlerine 125 veya 200 puan kadar yüksek değilse de etkili olacak seviyede (75-100 baz puan) devam edilmesi son derece mantıklı.

Ancak bono piyasasında gösterge faiz indirimlerine hassasiyetin de dikkatle ölçüldüğünü ve verim eğrisinin ucuna (uzun kağıtlara) özel bir dikkat gösterildiğini de tahmin edebiliriz. Bir tek bu nokta önümüzdeki indirimi 50 baz puanla sınırlı tutabilir kanısındayım. İndirimlere devam edilmesi kanımca hem doğru, hem zorunlu ama yeterli değil. Zaten hem akademik literatür, hem son dönemde zihniyet değişimi yaşar gibi görünen IMF yayınları ve açıklamaları önlemlerin yaygın, sadece para politikasıyla sınırlı olmayan ve koordinasyonla yürütülen nitelikte olması gereğine işaret ediyor. Faiz tek başına yeterli bir istatistik olmadığı gibi, para politikasının tümü dahi yeterli değil. Merkez Bankası'nın resesyonla tek başına mücadele ederek tam bir başarı kazanmasını beklememek lazım.

Bugünkü sanayi üretim verisine dikkat. Düzeltme sonrası yüzde 17.6 küçülme son derece yüksek bir oran çünkü baz etkisi de söz konusu. İmalat sanayii de yüzde 20 daralmış. Bu derece yüksek oranlı sanayi üretimi daralmalarının manası açık: son çeyrekte yüzde 5-6 GSYH küçülmesi gündemde demektir.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Risk ve yavaşlama 01 Ekim 2019
Fed, resesyon, Türkiye 24 Eylül 2019
Coğrafya ve imparatorluk 17 Eylül 2019
Fed ve dolarizasyon 25 Haziran 2019