Büyüme ‘onlarda da düşük’ değil
Geçenlerde bir eğilim araştırması şirketinin yöneticisi, Ahmet Hakan’ın televizyondaki açık oturum programında, olası seçim sonuçlarına ilişkin şirketinin yaptığı anketlerden elde ettiği sonuçları verdi. Bir süre sonra laf döndü dolaştı Türkiye’ye yönelik doğrudan yabancı sermaye yatırımlarına geldi. Birkaç katılımcı doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının son zamanlarda azalmaya başladığına işaret etti. Haklıydılar. Ne var ki araştırma şirketi yöneticisi karşı çıktı: Bir tapu müdürü arkadaşını ziyarete gittiğinde çok sayıda yabancının Türkiye’den mülk aldığını öğrenmişti; sermaye girişleri azalmış olamazdı; onca döviz nereye gidiyordu?
Diğer katılımcılardan şöyle bir cevap gelebilirdi; kibardılar, gelmedi: “Ben de geçen mahallenin bakkalına uğradım. 2-3 saat oturdum. Gelenlere ‘kime oy vereceksiniz’ diye sordum; sizin yaptığınız anketlerle hiç uyuşmuyor benim aldığım yanıtlar. Anketlerinizde bilerek yanlışlık mı yaptınız?”
Sonuçta seçim anketi yapmakla uğraşan birisi var, Türkiye seçmenini temsil eden bir örneklem ile çalışmanın önemini biliyor olsa gerek. Yoksa o kadar maliyete neden katlansın, gider bir kahvede anket yapar, döner anket sonuçlarını yayınlar. Pek garipti doğrusu; çok sayıda gözleme dayanarak yapılan anketlerle uğraşan bir kişi, kendi alanı dışındaki bir konuda tek bir gözleme (tapu müdürünün söylediklerine) dayanarak sonuca ulaşıyor ve bunu da (bir şüpheye düşmeden, acaba demeden) açıkça ve de iddialı biçimde söyleyebiliyordu.
Son zamanlarda çok fazla laf salatasına boğulan bir başka konu ise Türkiye’nin büyüme oranı. 2002-2007 dönemini 2008-2014 ya da 2012-2014 ile karşılaştırdığınızda büyüme oranında keskin bir düşüş olduğunu görüyorsunuz. Benzeri kötüleşmeye işaret eden başka göstergeler de var: 2012 ve sonrasında özel sektör yatırımları azalıyor, doğrudan yabancı sermaye girişleri düşüyor, bunlara karşılık dış borçlanma sıçrıyor. Kısacası, ekonomimizin tıkandığına işaret eden göstergeler bunlar. Bunlar birer gerçek; gerçeklerle kavga edilmez. Gerçekler görülmeli ki ortadaki sorunları gidermek için önlem alınabilsin. Ne var ki bu yalın gerçekler dile getirildiğinde “ama tüm dünyada durum böyle” deniliyor.
Doğru değil. Türkiye “gelişmekte olan ve yükselen ekonomiler” grubunda yer alıyor. Karşılaştırmayı bu grupla ve onun alt kümeleriyle yapmak gerekiyor. Yoksa zaten zengin ülkeler bizim gibi ülkelerin kat ve kat üstünde kişi başına gelir düzeyine sahipler. Bizden daha yüksek büyüme oranı ile büyürlerse bu fark iyice açılır gider. Oysa biz onlara nasıl yaklaşacağız diye çabalayıp duruyoruz; onlardan daha yüksek bir büyüme oranımız olması gerekiyor. Bu nedenle karşılaştırma, “gelişmekte olan ve yükselen ekonomiler” ile yapılmalı ki, bize bir şeyler söylesin.
Tabloda bu karşılaştırma var. Türkiye’nin büyüme oranından daha düşük bir oranda büyüyen ülkeler de var: Mesela Latin Amerika böyle. Tabloda yer almıyor ama ‘Gelişen Avrupa’ ülkelerini de katsaydım benzer bir durum onlar için de geçerliydi. Peki, kendimizi bu ülkelerle mi kıyaslayacağız? Onlarla kıyaslayacaksak, mesele yok; hiçbir karşı önlem almadan arkamıza yaslanıp rahat edebiliriz. Ama bir dakika; bu ülkeler de bir türlü zengin ülkelere yaklaşamayan, onlarla gelir farklılığı kapanmayan ülkeler değil mi? Karşılaştırmayı Asya-5 (Endonezya, Malezya, Filipinler, Tayland ve Vietnam) ya da tüm gelişmekte olan Asya ülkeleri ya da tüm gelişmekte olan ülkelerle yapınca Türkiye’nin sorunu net biçimde ortaya çıkıyor: Büyüme oranımız düşüyor. Oysa gelişmekte olan ülkelerin ortalamasına çok yakın bir büyüme oranımız vardı 2002-2007 döneminde. Şimdi onların oldukça altına düştük.
Geçen cuma günü nisan ayına ait iki önemli veri açıklandı: Kapasite kullanım oranı (KKO) ve reel kesim güven endeksi (RGE). Bir yıl öncesinin aynı ayına kıyasla yüzde değişimlere bakıyorum. Böyle hesaplandığında KKO ile sanayi üretimi, RGE ile de özel sektör yatırımları arasında çok kuvvetli bir ilişki var. Durum şu: Bir önceki nisan ayına göre daha düşük bir değer aldı KKO. Bu, yeni değil. Geçen mayıstan bu yana böyle. Benzer bir durum RGE için de geçerli. Kısacası, 2015 verileri açıklandığında, büyüme karşılaştırmaları yaparken 2012-2014 yerine 2012-2015 yazacağız ve elde edeceğimiz ortalama veriler farklı olmayacak. Ne yazık ki durum böyle.