Büyüme konusunda endişelenmeli miyiz?

Burcu KÖSEM
Burcu KÖSEM [email protected]

Dünyada bu kadar kötü şey üst üste gerçekleşiyorken tabii ekonominin iyi seyretmesi beklenemezdi. Ki, beklenildiği gibi de oldu… Dünya topyekûn bir ekonomik krize girdi…

Pandemi, savaş ve şimdi de katliam… Savaş ve 7 Ekim’den bu yana durdurulamayan katliamın sosyolojik boyutu, tartışma yapacağımız boyutun da üzerine geçmiş durumda. İçinde hâlâ vicdan barındıranların ortak temennisi de acımasızca sürdürülen ve hiçbir kural tanımayan bu katliamın artık sona erdirilmesi…

Dünyada bu kadar kötü şey üst üste gerçekleşiyorken tabii ekonominin iyi seyretmesi beklenemezdi. Ki, beklenildiği gibi de oldu… Dünya topyekûn bir ekonomik krize girdi…

Bu krizde “enflasyon” yine bir canavar olarak resmedilip, krizin en korkunç öznesi olarak sahnede başrolü kapmışken, “büyüme” konusundaki endişeler ise daha ziyade olağan bir risk olarak algılanarak “büyüme” ve tabii buna bağlı gelişen “işsizlik” sahnede figüran muamelesi gördü…

Bu algının oluşmasındaki en büyük etmen olarak ABD’nin 18 aylık yoğun ve istikrarlı sıkılaşmasının ardından bile hâlâ bu yılın 3. çeyreğinde yıllık bazda yüzde 4,9 gibi devasa bir büyümeyi kaydetmiş olmasını ve de elli yıldan fazla bir süredir mücadele ettiği işsizlik oranını 21 aydır üst üste %4’ün altında tutması gösterilebilir.

Çin yeteri kadar büyüyemedi. Ama bu durum tam da istenildiği biçimde Batı’nın (ABD’nin Avrupa’yı da yanına alarak) teknoloji savaşında avantaj sağlamasına, diğer taraftan da petrol ve gıda hammaddelerinde talep kaynaklı fiyat baskısının elimine edilmesine yarar sağladı. Avrupa’daki daralma da bir bakıma Batı bloku olarak tabir edilen kesimin de kendi içindeki rekabette ABD’ye açık ara avantaj sağladı.

Ayrıca bu durum ABD’nin Marshall yardımlarından bu yana kendi güçlendirdiği Batı’nın başat aktörü olma amacına da hizmet etti. Dünyanın geri kalanında zaten savaşan bir Rusya ve geniş bir gelişen ülkeler topluluğu vardı ki; bu ülkelerin çoğu da siyasi olarak ya ABD’nin yanında olacak ya da büyük yaptırımlarla kendi kabuğuna çekilmek durumunda kalacaktı! E öyle de oldu…

Özetle, dünya ekonomisi ve ticareti için bir tek ABD ekonomisi yeterli olmasa da, toplam siyaset formulasyonunda o ABD, tek gerçeklik olarak kendini kabul ettirdiği için ve tüm dünya onun gerçeklik ekseninde döndüğü için; büyüyememe riski, enflasyon kadar popüler olamadı…

 Diğer taraftan ihmal edilen önemli bir gerçeklik var ki; o da ABD büyümesinin bu yüksek faiz ortamında nasıl gerçekleştiği ve sürdürülebilir olup, olmadığı… Bana göre ABD’de sıkılaşmaya rağmen büyüme kaydedilmesinde iki önemli etken var:

- İlki, pandemi sürecinde artan hane halkı tasarruflarının halen 1 trilyon dolar gibi yüksek bir seviyede kalması. Bu durum yüksek faizlere rağmen, düşük tasarruf oranlarıyla yaşamı bir nebze mümkün kılıyor.

- İkincisi ise; ABD’nin, sıkılaşan Fed’ine karşılık, çip yatırımları gibi pek çok alanda devasa teşvikler vererek, maliye tarafında ekonomiyi canlı tutması.

Peki bu büyüme sürdürülebilir mi?

 IMF’e göre İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya'nın 2023'te GSYİH'sının %5'i civarında açık vermesi bekleniyor. Eylül'e kadar olan 12 ayda Amerika'nın açığı şaşırtıcı bir şekilde 2 trilyon dolar, yani GSYİH'nın %7,5'i kadar oldu. Özetle yüksek borçlanma maliyetleri bu bütçe açıklarını karşılayabilmek adına oldukça zorlu bir süreç yaşanacağını gösteriyor.

Reel kesim ve bankaların durumu ise, yine aynı sorun nedeniyle kötüleşecektir. İflaslar ve banka birleşmelerinin artacağı bir süreç de bu kesimlerde yaşanabilir. Sorunun cevabı aslında yer çekimine karşı ekstra bir güç bulunamazsa kocaman bir, “Hayır”… Dolayısıyla bu büyüme sürdürülemez bir büyümedir. Gelelim ülkemize… Senenin son enflasyon raporu sunumunda; Sayın Erkan, dezenflasyon sürecinin başlangıcı ve aşamalarını gösteren önemli bir veriyi paylaştı.

TCMB’nin web sitesinden alınan Çıktı Açığı grafiği aslında çok fazla şey söylüyor: Ama öncelikle çıktı açığı nedir, ne işe yarar? Diyenler için: Bir ekonomideki mevcut üretim düzeyinin o ekonominin potansiyel üretim seviyesinden farkına çıktı açığı denir.

Çıktı açığının varlığı ekonomide kaynakların verimli kullanılmadığına dair bir işarettir.

Eksi değer alması, mevcut kaynakları kullanarak daha fazlasını üretmek mümkünken, mümkün olanın daha altında bir üretim yapılması anlamına gelir. Artı değer alması ise, üretimi artırmak için kaynakların haddinden fazla kullanıldığını gösterir.

Merkez bankaları, enflasyon hedeflemesi yaklaşımında talep yönlü fiyat baskılarını takip etmek için bu veriden de yararlanır. Enflasyon raporu sunumunda gösterilen çıktı açığı, 2024 yılının haziran ayında 0 noktasına geliyor.

Bu da Sn. Erkan’ın ifade ettiği mayıs ayında tepe yapan (yüzde 70 civarı) enflasyon düzeyinin ardından enflasyonda düşüş eğiliminin haziran ayında başlayacağını yani çıktı açığının ortadan kalkması ile talep yönlü baskıların da sona ermiş olacağı noktayı gösteriyor. İşte bu tarihi dezenflasyon sürecinin başlangıcı olarak görebiliriz.

 Grafiğin devamında ise çıktı açığının negatif tarafta seyrettiği görülüyor. Şöyle ki, bu da üretim kapasitesi ve dolayısıyla talep baskısı tarafında düşüşün derinleşmesini ifade ediyor. Mart 2025’te -3 ile dip yapma beklentisi de bunun bir sonucu.

Dezenflasyon süreci OVP’de belirtilen büyüme tahminlerinin altında kalınmasını beraberinde getirecek midir? Yani önümüzdeki senelerde bir durgunluk ardından resesyon görme olasılığımız nedir?

Bu sorunun cevabını TCMB tarafından alamayız elbette. Zira merkez bankalarının hedefi fiyat istikrarını sağlamaktır. Dolayısıyla bu sorunun muhatabı maliye tarafıdır.

Ve seçici kredilerde yapılmaya çalışıldığı üzere kredi aktarım mekanizmasının katma değerli üretim için doğru tarafa çeşitli teşviklerle yönlendirilmesi büyüme konusundaki endişeleri ortadan kaldırabilir.

DÜŞÜNDÜREN SORULAR

1-Ekonomide büyümenin yaşandığı ülkelerde vicdani daralmalar yaşanması olağan bir paradoks mudur?

2-Kimi yerde yok olan, kimi yerde azalan insanlık yeniden inşa edilebilir mi?

3-Eşitlik için mücadele edildiği iddia edilen yeryüzünde, perhizkâr hayat sürenler ile ziyafet çekenler arasındaki makas her geçen gün açılıyorsa bu ikiyüzlülüğün aynası değil midir?

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar