Büyük özel hastane zincirleri kontrolden çıktı, ayağınızı denk alın!

Yavuz DİZDAR
Yavuz DİZDAR [email protected]

Geçen hafta üçüncüsünü yayınladığımız beslenme ve "var oluşun ara-yüzleri" konusundaki yazılarımı sürdüreceğim, ara vermemdeki temel gerekçe gıda endüstrisine "günlük ve organik" üretime geçiş konusunda çalışmaları için süre tanımaktır. Onlar çalışmalarını sürdürürken sizin ne yiyeceğiniz konusundaki önerilerim ise tam ekmek, kırmızı et, bakliyat, hububat ve taze sebze-meyve şeklinde olacak, endüstriyel işlemden geçmiş gıdadan ve satıldığı marketlerden uzak durun. Bununla birlikte özellikle büyük şehirlerde "ekşiyebilen" süt ve yoğurt ürünlerinin bulunması konusunda ciddi sorun yaşanmakta. Bu ara dönemde, bulabilenler elbette güğüm sütü alacak, bulmayanlar ise (her ne kadar homojenize edilip raf ömürleri uzatılsa da) günlük pastörize sütle idare edecek, yoğurdu da bunlardan tutturacaklar.

Ne var ki sağlık elbette bir bütün, bunun bir ucunda beslenme, diğer ucunda ise hastalıklara uygulanan tedaviler yer almakta. Özellikle Tam Gün sonrasında derinleşen bir diğer sorunumuz özel hastanelerin verdikleri hizmetin bilimsel ve insani kalitesinin giderek bozulması. Kalite bozulması dışarıdan izlediğim kadarıyla özellikle "büyük hastane zincirlerinde" daha ağır, orta ve dar gelirli vatandaşa hizmet veren küçük semt hastaneleri ise nispeten daha iyi durumdalar. Çünkü Tam Gün nedeniyle zorunlu göçe (tehcir) tabi tutulan öğretim üyelerinin çoğu öyle ya da böyle daha çok büyük (zincir) özel hastanelerde yer buldular. Buna karşılık özel hastaneciliğin son yıllarda "kâr odaklı" sağlık hizmetine yönelmesi, doktordan "kazandırma beklentilerinin" büyümesine neden oldu. Aslında bu bir kısır döngü, doktor kendi de kazanabilmesi için hastaneye kazandırmak zorunda (bir cins kar ortaklığı), "genişletilmiş" gerekçelerle (aslında gerekmeyen işlemler ve endikasyonlar) sınırlar iyice zorlanmakta. Özellikle özel sağlık sigortası sahibi olan varlıklı kesim daha büyük risk altında. Büyük zincir hastaneler "hediye" adıyla "check-up" promosyonları yapıyorlar. Çok detaylı tetkik yapınca (ya da başka nedenlerle) "şüpheli" bir şey buluyorlar. Daha sonra işlemler detaylandırılarak bunlara yönlendiriliyor. Sonunda bir şey çıkmazsa hasta "adayı" sevinip, başına gelenleri "sağlıklıymışım" diye sineye çekiyor, ancak özel sağlık sigortası poliçesi genellikle iptal ediliyor. Yapay bir sorun yaratılırsa, bu kez buna yönelik işlemlerle hastane kazanmayı sürdürüyor. Özel büyük zincir hastanelerin yöneticileri elbette yapılan işlemlerin tıbbi gerekçelerinin doğru olup olmadığını bilmiyor. Mevcut durumla ancak hukuki bir sorun yaşanırsa yüzleştiklerinden, olan bitenin geneli konusunda pek bilgi sahibi değiller.

Özel sağlık sigortası olanlar daha büyük risk altındalar

Örneklerle konuyu açıklamaya çalışayım. Altmış yaşında ve bir şikâyeti bulunmayan özel sigortalı check-up amacıyla hastaneye başvuruyor. Genel kan tahlillerinde bir şey çıkmıyor, ancak yaşı gereği EKG de çekelim deniyor. Bu sırada koşu bandının hızı hafif artırılınca ister istemez EKG değişiklikleri de oluyor. Onun üzerine "size bir de talyum sintigrafisi, anjiyografi vb. yapalım" diyorlar. Hasta adayı ikna edilirse bunlar da yapılıyor, derken hiç belirti vermeyen bir darlık yakalanıp bu kez de stent ya da balon uygulaması öneriliyor. Bir diğer örnek bugünlerde çok rastlanan tiroid sorunlarıyla ilişkili. Yine kontrol amaçlı ultrason incelemelerinde tiroitte iyi huylu bir kist saptanıyor. Bunun üzerine cerrah "riske girmeyelim" deyip tiroidin alınmasını öneriyor. Hatta aslında hiçbir şey olmayan tiroid kisti için bir de boyun örneklemesi yapıyor. Sonunda elbette bir şey çıkmıyor, ama olmayan şey için bir de "atom tedavisi" (radyoaktif iyot) bile öneriliyor. Bu anlattıklarım hayal mahsulü değil, yaşanmış örnekler. Küçük boyutlu özel hastanelerde işlemler bu düzeye varamayacağından, bir şey çıksa bile hasta devlet ve üniversite hastanelerine yönlendiriliyor, zira buralara başvuran vatandaşların özel sağlık sigortası genellikle yok. O nedenle bu hastanelerde "aşırı girişim ya da genişletilmiş endikasyon" hataları pek yapılmıyor.

Türk Tabipleri Birliği'nin nedense hiç sesi çıkmıyor

Sorunun bu noktaya varmasının ana sebebi her zaman olduğu üzere "kısa sürede ve çok kazanma hırsı" ve buna uygun zemin hazırlayan Tam Gün Yasası. Konunun muhatabı elbette sadece Sağlık Bakanlığı değil. Ancak Sağlık Bakanı'nın tamamen haklı olduğu, sağlık hizmetlerine çoktandır bulaşmış olan "aşırı kazanma arzusunun", Tam Gün nedeniyle bu kez özel hastaneler mecrasına akmasını öngörememesi son derece üzücü. Lakin beri yanda konunun diğer muhatabı olan Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve tabip odalarından da hiç ses çıkmıyor. Mesele Tam Gün ya da kendi işiyle doğrudan alakası olmayan konular olduğunda esip gürleyen TTB, özel hastanelerin vatandaşın sağlığıyla (hatta canıyla) oynamasına tamamen seyirci kalıyor.

Sağlık hizmetinde varılan nokta da aslında gıdanın endüstrileşmesi, marketlerde satılması ve bakkallar başta olmak üzere küçük işletmelerin ortadan kalkmasıyla çok büyük benzerlik gösteriyor: İşini iyi yapan adamları (pire için yorgan yakıp) "kanun baskısıyla" sistem dışına itiyorsunuz, mevcut ihtiyacı ise sermayenin egemenlik alanına yönlendiriyorsunuz. İşin kötüsü artık mesleğini iyi bilen doktor da yetiştiremiyorsunuz. İşte buna "sağlıkta dönüşüm" adı veriliyor.

Önemli not: Gıda konusundaki okumalarımı sürdürüyorum. Geçen yılın son pazartesi günü Beyaz Et Sanayicileri ve Damızlıkçıları Birliği Derneği ile de görüştük, umarım izleyecekleri yol ASÜD'e benzemez. Gıda endüstrisinden istirhamım, kaynak kullanımı, dağıtım ağları vb. konularda ciddi etüt yapmalarıdır, bilmeden, istemeden sürüklendikleri sorunun derinliği tahmin edebileceklerinin çok ötesinde görünüyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar