Büyük durgunluk döneminde kredi derecelendirme
Kredi derecelendirme acentelerinin finansal sistemin bir parçasıdırlar. Kuruluşları da 1909 yılına, Moody’s e kadar uzanmaktadır. ABD’de sermaye piyasası kurulu ulusal derecelendirme istatistiklerini 1975 yılında hayata geçirmişti. Bu adımla, kredi derecelendirme kuruluşlarının yetkinliği artmış oldu. Geçen zaman içinde kredi derecelendirme kuruluşlarının finansal ortamda olup bitene cevap veremediği görüldü.
Tarafsız bir değerlendirmenin yapıldığına dair algı bozuldu. 1997 Doğu Asya Krizi, 2001 Enron’un krizi ve çökmesi, 2002’deki Worldcom vakası ile bugünlere kadar gelindi. Şimdilerde derinleşen derecelendirme sorunları, çok önceden haber alınmış oldu. Kredi derecelendirme kuruluşlarının yerleri her yeni krizle biraz daha sarsıldı. Oysa derecelendirme faaliyetleri ülkeleri, borsaları, şirketleri, bankaları, finansal ürünleri içine alıyordu. Kredi derecelendirme kuruluşları finansal iflasların sağlıklı değerlendirilmelerine engeli olmuş ve buna götüren sebepleri faaliyetleri içinde olduğu gibi saklamıştır.
Literatürde geniş yer bulan çalışmalar; menfaat çatışmalarını, derecelendirme kazançlarını, karlarını ya da gelirlerini masaya yatırmaktadır. Kredi derecelendirme kuruluşlarının kararlarına konu ülke, şirket, finansal enstrüman yeterince ünlüyse, kuruluşun kararları bu yönde etki altında kalabilmektedir. Böylece, tarafsızlığını bir anda kaybedebiliyor. Bu konuda Enron olayı çok güzel örnek teşkil ediyor. Mortgage piyasası ABD’nin 1996 ile 2006 dönemini büyüklüğünü tam 10 kat artırarak tamamlamıştır. FED’in faizleri artırıyor olması, 2006 yılına kadar olmuş balonu bir anda patlatmıştır. 2002 ile 2006 yılları arasında Moody’s in karı tam 3 misli artmıştır. Bir yerde kredi derecelendirme kuruluşlarının güvenirlik kalkanı kullanılarak, finansal denetim ve borsa kotasyon şartları yerine getirilmiştir. Kredi derecelendirmeciler, büyük durgunluğun ilk başladığı günlerden itibaren krizin derinleşmesinde yine başat rol oynadılar. 2000 sonrası faaliyetlerini 3 başlık altına indirirsek şu tablo ortaya çıkar:
1. Dot.com krizinin hemen ardından gelen süreçte, görece daha stabil fiyat hareketleriyle gayrimenkul piyasası şişirilmiştir. 2000 yılı düşük faiz ortamının likiditesi kredi derecelendirme kuruluşlarının yönlendirdikleri enstrümanlarla kendilerine bir güvenli liman oluşturmuştur. 2006 yılında böyle bir limanın gerçekte var olmadığı anlaşıldığındaysa, çöküş kaçınılmaz olmuştur.
2. 2011 yılındaki Euro Bölgesi borç krizinde; Portekiz, İrlanda, İzlanda, İspanya, Yunanistan’ın ülke notlarını indirerek, bir kez daha “krizin derinleşmesi” misyonuna üstlendiler.
3. ABD dışında kalan dünya; Brexit düğümünü, müzmin durgunluğun makroekonomik etkilerini, düşük enflasyon baskılarını, yüksek borçluluk açmazlarını aşmaya çalışırken FED, 2013’te faiz artış kararı açıklayarak gelişmekte olan ülkeler üzerindeki kuşkuları artırdı.
Bu dönemde BRICS-T içinde yer alan Çin, Hindistan ve Güney Afrika dışında kalanların düşen notları hem tarafsız değerlendirilmiş olma endişesini, hem de krizi yeni bir evreye taşıma kaygısını ortaya çıkardı.
Mevcut konjonktürde kredi derecelendirme kuruluşlarının yerine geçebilen bir yapılanma bulunmamaktadır. Bu nedenle ülkelere fon giriş-çıkışları finansın temel motifi olmayı sürdürecektir. En doğrusu, ülke dış finansmana bağımlıysa; reformları, tasarrufları ve büyümeyi zinde tutmalı ve atasözlerimizin dediği gibi; “sırça köşkte oturuyorsak, kimseye taş atmamız gerekir.