Bütün mesele bilmek veya bilmemektir
NOT DEFTERİ / Dr. Uğur Tandoğan Karanfil, kadife aynı şey Bir kamu binasının önünde çiçek dikiyorlardı. "Kolay gelsin" dedim işçilere. "Neler dikiyorsunuz bakalım?" İşçilerden birisi cevap verdi. "Karanfil". Ben de "Ama bunlar karanfile pek benzemiyor" diye hafif yollu itiraz ettim. Bunun üzerine, yandaki daha yaşlı işçi "Karanfil olur mu, kadife" dedi. Birinci işçi karşılık verdi çömeldiği yerden "Karanfil, kadife, aynı şey işte". Bu sözler beni düşündürdü. Bu ufak söyleşi bizim yaşamımızdan bir örnekti ve toplumuzla ilgili bazı gerçekleri yansıtıyordu. Bakınız neler düşündüm. Bilmemek İşçi, kadife çiçeğini de bilmiyordu, karanfili de. Onun gözünde ikisi de çiçekti. Herkesin her şeyi bilmesini bekleyemeyiz. Örneğin, işçinin kadife çiçeğinin Latince ismini (Tagetes patula) söylemesini ummuyordum. Ama ektiği çiçeğin Türkçe ismini bilmesi gerekirdi diye düşünüyorum. Bu bir garip işçi, ne bekliyordun diyebilirsiniz. Ama bazen kişilerin bilmedikleri şeyler insanı hayretler içinde bırakıyor. Örneğin, soruyorum üniversite öğrencisine "Şu derste hangi kitabı kullandınız?" Cevap olarak "İsmini bilmiyorum, mavi kaplı bir kitaptı" diyebiliyor. Nedir bilmemenin altındaki neden? Bu sorunun değişik cevapları olabilir. Ama bana göre en önemli nedeni merak yoksulluğudur. Dünyada merak dağılırken, ülkemiz insanına merak etmek için çok gereksiz konuların düştüğüne inanırım. Örneğin, halkımız bir trafik kazasında muhakkak sonucu merak eder. Bu nedenle, bu merak yüzünden yalnız kazanın olduğu yönde değil, karşı taraftan gelen yolda da trafik tıkanır. Bilmemenin başka bir nedeni, tembelliktir. Bilmek, öğrenmek bir çaba gerektirir. Eğer hafızanız zayıfsa, öğrenmek için daha bir gayret göstermeniz gerekir. Ama tembel ruhlar böyle bir maliyete katlanamazlar. Şimdi öğrenmemeye bazı öğrenciler yeni bir gerekçe de buldu. "İnternette her şey var, bunları bilmeye gerek yok". Bu mantıkla yukarıdaki olayda işçi belki "Ne mi ekiyorum? Bir dakika bana izin verin, şuradan telefonumla internete gireyim, ne olduğunu söyleyeyim" diyecektir. Ya da daha ileri bir aşama olarak ameliyathanede operatör "Evet kalp ameliyatı yapacaktık değil mi? Açın bakalım şu interneti, ne tarafta imiş şu kalp denen organ, önce bunu bulalım" diyecektir. Yanlış bilmek Bilmemekten daha vahim bir durum, yanlış bilmektir. Bildiğini sanmaktır. Yukarıdaki işçinin çiçeğin ismini yanlış bilmesi ortaya tehlikeli bir durum çıkarmaz. Ama kişinin elinde yetki varsa, yanlış şeyler biliyorsa ve doğruyu bildiğini sanıyorsa, işte o zaman durum vahimdir. Hele kişinin çevresindekiler onu dolduruşa getiriyorsa, kılavuzları da karga ise tam bir yanlışlıklar komedisi ortaya çıkar. Yetkili kişi yanlışları doğrularmış gibi bağıra bağıra söyler. Bağırdıkça, hamamda şarkı söyleyenin kendi sesine aşık olması gibi daha da bağırır. Bu olguya en çok politika arenasında rastlanır. Politikacı bazen söylediği şeyin yanlış olduğunu bile bile doğru buymuş gibi haykırır. Çünkü işine gelen, işin doğrusu değil, işin yanlışıdır. Bir bakmışsınız, bu yetkili kişinin ağzından ülkedeki tüm kadife çiçekleri karanfil olmuş. Bilmeyenler de "ne güzel karanfiller ektiler" diye sevinirler. Körler ülkesinde şaşılar böylece kral olur. Bilmediğini kabul etmemek İşçinin yanlışı ortaya çıkınca susmaması ve bilmediğini kabul etmemesi yine çok rastladığımız patolojik bir başka durumdur. Bu durum, bilmemenin değil, öğrenmemenin ayıp olduğunu bilmeyenlerde rastlanır. Bilmez, ama bilmediğini söylemeyi gururuna yediremez. Doğru cevabı tahmin eder. Bu olguyu test etmenin en kestirme yolu, yol sormaktır. Nasıl gidildiğini bildiğiniz bir yeri yolda rastgele durdurduğunuz 10 kişiye sorunuz. Bakınız kaç kişi size doğru yolu tarif edecek, kaç kişi "Bilmiyorum" demek yerine, ne kadar yaratıcı olarak size neler tarif edecektir. Sonuç Bilmek, bildiğini iyi bilmek önemli bir konudur. Bu dijital dünyada bilmek de "1 veya 0" ile tanımlanabilir; bilmek veya bilmemek. İşte bütün mesele buradadır.