Bush’tan Saddam’a uzanan bir yaşam öyküsü
Nezir Kırdar saygın bir ailenin çocuğu olarak Bağdat’ta doğmuş, çocukluğu Kerkük’te geçmiş, bir isim. İki kuzeni var yakından tanıdığımız. Biri Bilkent’in kurucusu, eski YÖK Başkanı İhsan Doğramacı. Diğeri ise hepimizin bildiği, İstanbul’un en önemli vali-belediye başkanlarından Lütfi Kırdar. (Bugün adıyla anılan Sergi Sarayı, İnönü Stadı, Açıkhava Tiyatrosu, Gezi Parkı, Taksim Meydanı, onun zamanında yapılmıştır.)
Liseyi Bağdat Koleji’nde, mühendislik öğrenimini ise İstanbul’da, Robert Kolej’de tamamlamış. Sınıf arkadaşları, Koç Holding Onursal Başkanı Rahmi Koç, İbrahim Bodur gibi isimler.
Iraklı olmasına rağmen Türkiye kontenjanından Eisenhower Fellowship ile ABD’ye gitmiş. Bu arada Türkiye’nin ilk Eisenhower Fellow’u 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’dir. Nezir Kırdar’a büyük destek olmuş, aralarındaki dostluk Demirel’in vefatına kadar da sürmüştür. Kırdar, Eisenhower Fellowship’e olan desteğini hala sürdürmektedir.
1950’lerde Irak Parlamentosu’nun en genç milletvekili olmuş. 1958’de darbeyle Irak’ta Kraliyet Ailesi devrildiğinde, onları yeniden iktidara getirebilmek için girişimlerde bulunmuş. Başarısız olmuş. Hapse düşmüş. Hapishanede bulunduğu o zorlu yıllarda yanındaki hücrede kalan isim kimmiş biliyor musunuz? O dönemin genç subayı olan Saddam Hüseyin.
Kendisi iş adamı olduğu için varlık sahibi imiş. Maddi ve politik hiçbir gücü olmayan Saddam Hüseyin’e hapishanede gerek kıyafet gerekse cüzi miktarlarda para yardımında bulunmuş.
Aralarında mesafeli ama her zaman minnete dayalı bir dostluk kurulmuş. Saddam Hüseyin, politikalarının karşısında yer almasına rağmen, neden muhalif olduğunu Nezir Bey’i hem de Bakanlar Kurulu toplantısına davet ederek sormuş.
Hapisten çıktıktan sonra Demirel’in daveti üzerine Türkiye’ye gelmiş. Kardeşi Nemir Kırdar ise İngiltere’ye yerleşmiş, bankacı olmuş. Kurduğu Investcorp adlı kurumu ile bugün dünyanın en zenginlerinden biri. İngiltere Kraliçesi’nden daha varlıklı olduğuna dair haberler ile basında yer alıyor.
Nezir Kırdar, Demirel’in daveti üzerine ve kendi tercihiyle, 50 yaşından sonra Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmaya karar vermiş.
Onun vatandaşlığı belki çoğumuzdan değerli. Zira bizler zaten bu ülkede doğduk, alternatif arama ihtiyacı hissetmedik. Nezir Kırdar ise ABD, Irak, İngiltere gibi birçok tercih imkanı olmasına rağmen Türkiye vatandaşlığını tercih etmiş.
ABD’de Baba Bush başkan olduğunda kendisiyle fellowship vesilesiyle bir araya gelmiş. Makamında ziyaret etmiş. Mektup arkadaşlıkları yıllar boyunca sürmüş. Nezir Bey, George W. Bush başkanlık koltuğuna oturduğunda, baba Bush’a bir tebrik mektubu yazmış. Aldığı yanıtı görme şansına mazhar olanlardan biriyim. Kendisinden sonra oğlu başkan olmayı başarmış bir babanın gururuna birinci elden şahitlik etmiş. Ne acıdır ki, doğduğu ülkeye en büyük acıları yaşatan da oğul Bush oldu.
Kendisini tanıma şansına sahip olduğumda 21 yaşındaydım. Hayatını gençlerin gelişimine adamış bir isim Nezir Kırdar. İş, basın, akademi dünyasının yakından tanıdığı Yılmaz Argüden, İpek Cem, Murat Yetkin, Yurdakul Yiğitgüden, Cüneyt Sezgin, Prof. Nilüfer Narlı gibi isimlerin yaşamlarında önemli yer tutmuş, sayamadığım birçok ismin hayatında ileri gidebilmesine katkı sağladı.
Yazdıklarım, aradan geçen 18 yıllık süre içinde kendisinden parça parça dinlediğim yaşam öyküsünden bir araya getirdiklerim. Ama dilerseniz, kendisinin yazdığı “Bağdat’tan İstanbul’a Dünüm Bugünüm” (Cinius Yayınları) adlı kitabından diğer detayları da öğrenebilirsiniz.
TRUMP VE ALTERNATİF GERÇEKLİK
Nezir Bey’in bana zamanında aktardığı bir görüş, bugünün iletişim dünyasında çok önemli yer tutuyor artık. “Alternatif gerçeklik.” Arap dünyasının kendi içinde neden bütünleşemediğini, yeknesak hareket edemediğini konuştuğunuz bir sohbetimiz esnasında şunları söylemişti: “Orta Doğu kültüründe ve dahi Araplar’ın önemli bir bölümünde yalan söylemek diye bir şey yoktur. Ama yanlış anlama. Bu söylediklerinin doğru olduğu anlamına gelmez. Onlar için yalan yoktur, doğrunun versiyonları vardır. (Tam ifadesi ‘some versions of truth’.) Aslında o gerçeğin kafasında tasarladığı, kendi görüşüne uyan farklı bir türünü anlatır. O yüzden de çok zorlanırlar kendi aralarında uzlaşmakta. Çünkü hepsinin alternatif bir gerçeği vardır.” Şimdi bunu alalım, Trump’ın “alternatif gerçeklik” yaklaşımına yerleştirelim. “Trump’ınki, bugüne kadar yapılmış en kalabalık yemin töreniydi. Nokta” dedi örneğin sözcüsü. Halbuki olmadığı resimlerle, kamera kayıtlarıyla kanıtlıydı. Beyaz Saray Sözcüsü’ne “Diğer sözcü bu kadar kolay kanıtlanabilecek bir konuda neden yalan söyledi?” diye soruldu bir basın toplantısında. Sözcü, soruyu hemen durdurup şu yanıtı verdi: “Bir dakika... Yalan söylemedi. Alternatif bir gerçeklik sundu.” Bu yaklaşımı önümüzdeki yıllarda çok tartışacağız. Gerçeğin itibarsızlaştırılması, savunulmak durumunda bırakılması, gerçeği söyleyenlerin yüksek tonda bastırılması. Basın akreditasyonlarının iptal edilmesi. İletişim biliminde belki de bir asır boyunca tartışılacak bir alan açılıyor. Dünyanın alternatif gerçeklikle sınanışına hoşgeldiniz...