Bursa, fuarla daha da güzel…

Faruk ŞÜYÜN
Faruk ŞÜYÜN ODAK [email protected]

Çocukluğumla özdeşleşmiş birkaç kentten birisidir Bursa. Çok sonraları, o şiiri okuyunca isimlendirebildiğim “uhrevî âhenk” (Ve ufkumuzu / Çepçevre kaplasın bu ziya, bu renk / Havayı dolduran uhrevî âhenk-Ahmet Hamdi Tanpınar) duygusunu yaşatmıştır bana daima.
Hâtıralarım hep mesut, hep mutludur Bursa’da…

Annem ve babam aşılamışlardır bana bu sevgiyi… Neredeyse bebekliğimden beri yılda en az bir kere İstanbul-Bursa keyifli yolculuğunu yapardık. Önce, Galata Köprüsü’nün Eminönü tarafına yanaşmış vapura biner (Paşabahçe, Fenerbahçe, Dolmabahçe isimli şahane dizaynlı üç gemi çalışırdı), kenarda yer kapma uğraşı verirdik. Yol boyunca gemimizle yarışan yunusları izleyip mis gibi iyot kokusunu ciğerlerimize çekerek 2 saatte ulaşırdık Yalova’ya…

İskeleye iner inmez, birkaç yüz metre ötede ekleyen eski püskü Bursa otobüslerinde yer kapma koşusu başlardı… Babamla ben, dereceye giremesek de 3 koltuğa sahip çıkmayı başarırdık! Sonra; saatler süren, neredeyse yol üstündeki bütün köylere uğranan Bursa yolculuğu başlardı…
Santral Garajı’nda indikten sonra genellikle kalmayı tercih ettiğimiz Çekirge’deki otelimize geçerdik dolmuşlar ile… Atatürk heykelinin önünden geçerken cevabını bildiğimiz klasik soruyu sorardık; “Atatürk’ün atının hangi ayağı havada?” Bursalılardan bile çoğunlukla “ön sağ, ön sol, ikisi birden” falan gibi cevaplar gelirdi. Oysa bütün ayakları yerdeydi Atatürk’ün atının… Ayrıntılara dikkat etmeye, belki de ilk bu soruyla başlamıştım…

Günümüzü, öğleye kadar Çekirge’deki çay bahçemizde geçirir; akşamüzeri gölge olan Yeşil’e geçerdik… Yeşil’deki manzaralı çay bahçesinde “çaaaaaayyyy” diye neredeyse bir dakika süresince bağırarak siparişleri toplayan, sonunda da seslenenlerden veya parmaklarıyla işaret edenlerden aldığı 30-40’a bulan sipariş sayısını bir seferde söyleyen garsona hayranlıkla bakardım…

İki semt arasındaki vaktimizi ise şehri dolaşarak geçirirdik. Hanların ortasındaki şadırvanlı kahveler, Kapalıçarşı, Ulucami, tahinli pide yapan fırınlar mutlaka uğradığımız yerler arasındaydı…
Koza Han’daki kocaman çuvallardan özenle kozalar seçer, İstanbul’a dönünce kelebeklerin çıkmasını dört gözle beklerdim. Bahçedeki dut ağacından kopardığım yapraklarla onları besler, tırtılların kelebeğe dönüşüm serüvenini her defasında şaşırarak seyrederdim… Her geçen sene, Koza Han’daki milyonlarca kozanın ipek olması için kazanlarda kaynatılması beni, biraz daha üzerdi…

Hakiki yarma şeftalileri sularını akıta akıta ısırarak yer, Kültürpark içindeki lunaparka “gidelim”, diye tuttururdum… Uçan baloncudan balon alınca da keyiften ağzım kulaklarıma varırdı…
Yıllar geçip de kendi aracımla gidip gelmeye başladığımda yolculuklardan birini bahara denk getirme, Engürücük’ten enginar alma da rutin programa girecekti…

Hepsi anılar tünelimde ışıl ışıl duruyorlar… Düşündükçe bazen de ürperiyorum; gördüklerim, bu anıların ışıltısı mı, yoksa gelmekte olan treninki mi?!

Bursa Kitap Fuarı nedeniyle 17 senedir bu duyguları tekrar tekrar yaşıyorum… Bursa’ya eskisi kadar gitmesem de fuar, her Mart ayında beni geçmişe yolculuğa çıkarıyor… Kitap seven Bursa’yı, daha da seviyorum…

TÜYAP Bursa Kitap Fuarı, pazar akşamına kadar sürüyor… Bu yıl 365 yayınevi ve sivil toplum kuruluşunun katılımıyla hazırlanan fuar, söyleşi, panel ve çocuk etkinliklerinden oluşan 90 kültür etkinliğine ev sahipliği yapıyor. Tabii ki çok sayıda imza günü de var…

Girişin ücretsiz olduğu Bursa Kitap Fuarı her gün 10.00-19.30, kapanış günü olan 17 Mart tarihinde ise 10.00-19.00 saatleri arasında ziyaret edilebiliyor. İnanıyorum, hem Bursa’da olmaktan, hem de fuarı ziyaret etmekten çok keyif alacaksınız…

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar