Burdur Gölü ve sipsi

Faruk ŞÜYÜN
Faruk ŞÜYÜN ODAK [email protected]

Sagalassos antik kenti yolculuğum boyunca hep aklımdaydı. Daha doğrusu, 26 yıldır hiç aklımdan çıkmıyor. Onunla ilgili yayınlanan tüm haberleri dikkatle takip etmeye çalışıyorum. En son, sanırım Mayıs ayındaydı Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi ve Lisinya Doğa Proje Merkezi’nin onu kurtarmak amacıyla bir proje için bir araya geldiklerini okumuştum.
Onu kurtarmak; bu iki sözcüğü 26 yıldır hep duyuyorum, ama durumu gittikçe kötüye gidiyor, kurtulma umudu azalıyor…

Burdur’a bu gidişimde de onu düşünmekten kendimi alamadım. Burdur, kısa dönem askerliğimi yaptığım, bu nedenlerle anılarla yüklü, "Beklemek ve Ummak" kitabımın ilk yazısına da ilham vermiş bir kent...

Dramından söz ettiğim Burdur Gölü'nü anlatmıştım orada "Maviye Çalardı" başlıklı yazımda:
“Maviye çalardı rengi, umut mavisine. Asla asi olmayan... Gündüzleri çağıran kıpırtı, gece çökünce bir kara delik gibi insanı kendine emen derin, zifiri bir boşluk. Onu daha ilk günden keşfetmiştim. Aksi nasıl mümkün olabilirdi ki!.. Kente girmeden beni, o karşılamıştı.
Daha sonraki geri dönüşlerimde, uzun saatler süren konuşmasız, müziksiz, hüzünlü yolculuklarımda tek sevinçti. Onunla göz göze gelince, bir süre ayrı kalınmış sevgiliyi yeniden duyumsardım. Beni, deniz yüzeyinden bin metre yükseklikteki o kente bağlayanların ön saflarındaydı.

Güneş, asla bulutun gözükmediği masmavi gökyüzüne asılıp sonsuzluğa dek dünyayı ısıtmaya ve aydınlatmaya mahkûmiyetinin sıkıcı yalnızlığını sürdürürken; ben aşağıda, onun serin yüzüne temas edebilmeyi hayal eder, kendimi içinde hissetmeye çalışır; ‘güneş ne kadar parlayıp ısıtırsa ısıtsın sonsuzluğa kadar yaşayacaksın’ diye kendimi avuturdum. Heyhat!

Avuturdum ama, hakkında hiç de iyi olmayan söylentiler çıkmıştı. Yavaş yavaş küçüldüğü, kendi içine büzüldüğü lafları dolaşıyordu. Son yıllarda o kadar çok istismar edilmişti ki, artık kendini savunamayacak duruma düşmüş, hatta zarar verici olmaya başlamıştı.”

Söylediğim gibi 56 gün geçtiğinde kenti terk ettim, ama onu asla unutamadım. Belleğimde, yüreğimde peşimi bırakmadı. Medyada zaman zaman acıklı serüvenini izlemeyi sürdürdüm.
Geçtiğimiz yıl, “Burdur Gölü'nün kuruyan alanlarında iki gözyaşı damlasını andıran görüntü, gökyüzünden fotoğraflandı. Son 50 yılda su varlığının 3'te 1'inden fazlasını kaybeden, vahşi tarımsal sulama ve küresel ısınmanın tehdidi altındaki göl, 3-4 yıl içinde yarısını, 10 yılda tamamına yakınını kaybetme riskiyle karşı karşıya” diye bir haber okumuştum; bu sene bir şeyler yapıldığını öğrenmem beni mutlu etti…

Burdur Gölü’nün kurumasını önlemek için mücadele veren Doğa Derneği’nin birkaç yıl önce yayınladığı “Göl Yoksa Burdur da Yok” isimli kitapçık, gölde yaşanan tehlikeli sürece dikkat çekiyor. Orada yer alan verilere göre, son 35 yılda Burdur Gölü sahip olduğu alanın yaklaşık üçte birini kaybetti ve su seviyesi 12,25 metre düştü. Havzada 1995’ten bu yana yağışlı bir dönem geçirilmesine karşın gölün su seviyesinin düşmeye devam etmesi, sorunun çok daha büyük olduğunu gösteriyor. Gölle ilgili bilimsel çalışmaların sonuçlarına göre, gölü besleyen akarsulardaki suyun barajlarda tutulması ve yeraltı sularının sondaj kuyularıyla aşırı miktarda çekilmesi, gölün sonunu hazırlıyor.

Burdur Gölü kuruduğu takdirde dünyada sadece burada yaşayan Burdur dişli sazancığı adlı balığın nesli yeryüzünden silinecek. Öte yandan, gölün ev sahipliği yaptığı nesli küresel ölçekte tehlike altındaki dikkuyruk ve öteki su kuşu türlerinin yaşam alanı daralacak. Gölün yarattığı nem ve mikroklima etkisinin ortadan kalkmasıyla Burdur’un lokomotif sektörleri olan tarım ve hayvancılık da büyük zarar görecek.

Gelelim yeni projeye… Okuduğuma göre 650 dekarlık alana ilk ürünler bahar aylarında ekilmiş. Proje ile göl suyundaki azalmanın yavaşlaması, çiftçinin de daha fazla gelir elde etmesi planlanıyormuş. Projeden istenilen verim alınırsa, göl çevresinde ekim alanları daha da yaygınlaştırılacakmış.

Umarım faydalı olur. Burdur Gölü, kitaplarda okuduğumuz, fotoğraflarına baktığımız bir hatıra olmaz…

Asker dönüşü Burdur'dan ayrılırken bir sipsi almıştım... O ne derseniz, yörede sık kullanılan bir nefesli çalgı. 15-25 santimetre uzunluğundaki ince bir kamıştan yapılıyor, toplam altı deliği var… Burdur’da şöyle bir bakındım, göremedim; inşallah bu geleneksel çalgımız da yok olmaz… Neyse, evde bende bir tane var; iyi bir teselli değil!

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar