Bundan böyle her şey hep yolunda mı gidecek?
Türkiye’de yaklaşık 3,6 milyon Suriyeli kaçkın var. 2018 yılı rakamlarına göre bakarsak, Suriye iç savaşından hayatlarını kurtarmak için başka ülkelere sığınan Suriyelilerin yüzde 54,4’ü Türkiye’de yaşıyor. Lübnan uzak ara ile ikinci konumda. Oraya sığınanlar, Suriyeli kaçkınların yalnızca yüzde 14,2’si.
En son, saygın bir kurum olan Center for Global Development (Küresel Kalkınma Merkezi), Suriyeli mültecilere yönelik kapsamlı çabaları nedeniyle, Türkiye’nin, küresel kalkınma sürecine katkı veren ülkeler arasına eklenmesi gerektiğinin altını tam da bu nedenle çizdi. Türkiye’nin çabalarını, eksiklerinin altını çizerek, övdü.
Eksik olan açık: Türkiye’nin Suriyeli mültecileri de kapsayacak bir göçmen politikası yok. Dün nasıl kırdan kente göçü yönetmemişsek, bugün Suriyeli kaçkınların şehirlerimize akışını da yönetmiyoruz. Dün nasıl kırdan kente gelenlere kapsamlı bir iskân politikası saptamayıp, sonradan gelen “gecekondu afları” ile kırdan kente akışı yönettiğimizi zannetmişsek; şimdi de aynısını Suriyeli kaçkınlar için yapıyoruz. 1960’larda şehirlerimize akan göçü nasıl yönetememişsek, bunu da yönetemiyoruz.
Halbuki Türkiye, çok sayıda mülteci kabul ederek küresel kalkınma sürecine katkıda öne çıkan Almanya ile kıyaslandığında çok daha ciddi bir performans gösteriyor. Hatta bizim küresel kalkınmaya katkımız Almanya’nın neredeyse 3,5 katına varıyor. Dikkatinizi çekerim.
Suriyeli kaçkınlar neden artık daha bir gözümüze batıyorlar?
Türkiye’de son bir kaç aydır değişen bir şey var. Bilmem dikkatinizi çekiyor mu? Suriyeli kaçkınlar artık iyice gözümüze batıyor. Yapılan anketlerde “Türkiye’nin sizce en önemli sorunu nedir?” sorusuna “ekonomi” diye cevap verenlerin oranı yüzde 70’i aşmaya başladığından beri, Suriyeli kaçkınlar daha bir gözümüze batar oldu doğrusu. Ekonomi bir mesele olarak anketlerde tartışmasız birinciliği aldığından beri, Suriyeli kaçkınlar da bir mesele olarak ilk beş arasına yükseldi. Bundan bir yıl önce böyle bir soruya “ekonomi” diyenlerin oranı yüzde 54’lerdeydi. Şimdi ise yüzde 74’e yükseldi. Millet, ekonomideki olumsuz gidişattan rahatsız oldukça, Suriyeli sığınmacılar gözümüze daha çok batıyor. Ne oluyor?
Türkiye ekonomisi ciddi bir iktisadi daralma sürecinde. İşsizlik azalmıyor, artıyor. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) yaklaşık sekiz aydır istihdama ilişkin veri yayımlamıyor. Halbuki en ayrıntılı veriler oradaydı. Ama İŞKUR ve TÜİK veri yayımlamaya devam ediyor. Buna göre, Haziran 2018’den Haziran 2019’a 15-64 yaş grubunda kayıtlı işsiz sayısı yüzde 68,6 artış gösterdi. Kayıtlı işsiz sayısındaki artış oranı 15-24 yaş arası genç kadınlarda yüzde 86’ya, genç erkeklerde ise yüzde 76’ya ulaşıyor. Aynı eğilim, işsizlik sigortasına başvuru oranlarında da gözlemleniyor doğrusu. Ocak-Mayıs 2018’den, Ocak- Mayıs 2019’a işsizlik aylığına başvuranların artış oranı yüzde 57,6’ya vurdu. Millet boşuna “Türkiye’nin sizce en önemli sorunu nedir?” diye sorunca “ekonomi” demiyor yani.
Aslında içinde bulunduğumuz iktisadi daralma sürecini özel tüketim rakamlarında gözlemlenen daralma pek güzel özetliyor. Özel tüketimdeki gerileme, 2001’de ve 2008’de gözlemlenen iktisadi daralma ile kıyaslanabilecek ciddi bir resesyonun içinde olduğumuzu gösteriyor. Ayşe teyze ve Ali Rıza amcanın yükselen fiyatların ama artmayan gelirlerinin getirdiği refah kısıtını hissetmediklerini söylemek mümkün değil. Peki, TCMB’nin “sürpriz” faiz indirimi bu yaraya merhem olur mu? Hayır. Üç nedenle.
Birincisi, banka bilançolarını temizlemek için, yasal çerçevede atılmaya çalışılan adımlar var ama halen ortada bir sistematik program görünmüyor. Türkiye ekonomisi, banka kredilerine dayalı olarak büyüdü hep. Şimdi idare istese bile, mevcut halde bankaların, mevcut bilanço yapıları ile yeni bir büyüme sürecini tetikleyecek mecali yok.
İkincisi, banka bilançolarını temizlemek için yapılacak operasyonda, bilançodaki varlıkları “batan geminin malları bunlar” diye satmaya razı kimse görmüyorum daha ben ortada. İşlem yapılacak fiyatlar “o” düzeye intibak etmeden, bir temizlik operasyonunu gönüllü olarak piyasa aktörlerinin katılımı ile yapmak son derece zor duruyor. Halen zor. Türkiye’de bu tür bir operasyon, bu aşamada yalnızca kamu eliyle başlatılabilir. O da etrafta görünmüyor şimdilik.
Üçüncüsü, TCMB’nin külliyetli faiz indirimi “bundan böyle her şey hep yolunda gidecek” varsayımı ile atılmış bir adım. Enflasyon beklentileri yıl sonu için ve önümüzdeki bir yılda hep bu düzeyde kalacak. Memleketin CDS ile ölçülen risk primi yukarıya gitmeyecek, hep aşağıya doğru harekete edecek. Amerikan faiz oranları hep böyle sıfır düzeyinde kalacak, yukarıya doğru gitmeyecek. S-400 konusunda dişe dokunur yaptırım olmayacak. Suriye’de Amerikalılarla atacağımız adımlar Rusları kızdırmayacak, ama Amerikalıları da memnun edecek. Anayasa Mahkemesi hep bu haftaki gibi yüzümüzü ağartan kararlar alacak ve hukuk sistemimiz hızla normalleşecek. Ne olacak? İşler bundan böyle artık hep yolunda gidecek. Neden? Ondan. Ne bileyim ben? Doğrusu ya, ben bir ülkenin kamu politikası tasarlanırken, “bundan böyle artık her şey hep yolunda gidecek” diye adım atmanın risksiz olmadığını düşünüyorum. Söylemiş olayım.
Özellikle anketlerde “Genel olarak düşündüğünüzde Türkiye iyiye doğru mu gidiyor, kötüye doğru mu gidiyor?” sorusuna “Kötüye doğru gidiyor” diye cevap verenlerin oranı yüzde 70’e doğru yaklaşıyorsa, “bundan böyle her şey hep yolunda gidecek” diye politika tasarlamanın ciddi risk almak demek olduğunu dikkate almak gerekiyor. Ne bileyim? Bana böyle geliyor. Ne dersiniz? Bundan böyle her şey hep yolunda mı gidecek?