Bull
Gazeteniz DÜNYA’da 26 Ocak 2011 tarihinde yazmaya başlamışım. Zaman ne çabuk geçiyor. Onca zaman İşletmecilik Sohbetleri başlığı altında işletmecilere-yöneticilere işlerini nasıl yapacakları, nasıl yapmaları gerektiği konularında ahkam kesmişim. Popüler konularda, güncel olaylara dair, reaktif yazıları diğer köşe yazarlarına bırakarak daha genel konulara eğilmişim. Allah’tan günlük değil de haftalık yazı yazıyorum. Yoksa, insaf buyurun dostlar bunca sene insan bu kadar genel konuyu nereden bulacak? Ocak 2019’da "Ne iş yaptığınızı tanımlayamam ama dinleyin onu daha iyi nasıl yapacağınızı anlatacağım" diyerek başlamışım. Bunu yazma nedenimi de işletmecilik veya yöneticiliğin bir meslek olmadığını söyleyerek açıklamışım. Aynı yazıda “Bir çoğunuzun "yöneticilik meslek olmaz olur mu?" diye sorduğunu duyar gibiyim. Bu savımı sınamak istiyorsanız ve de yönetici iseniz bana mesleğinizi tanımlayın. Ben kırk sene yöneticilik yaptım. Bunun son yirmi senesini yönetici eğiterek geçirdim. Rahmetli annem eşine dostuna bunca senedir ne iş yaptığımı anlatamadı. Ben de ona anlatamadım. En sonunda Birleşmiş̧ Milletler’de diplomatik statü̈ ile çalıştığımı öğrendi de ahir ömründe "oğlum diplomat" diyerek eşe dosta "bilmiyorum" demekten kurtuldu. Yani diplomatlık nedir herkes ya biliyor ya da en azından bildiğini sanıyor ama işletmeci deyince millet pek bir şey anlamıyor. Mühendis, doktor, avukat, asker, tornacı, hatta futbolcu olarak meslek bildirebiliyorsunuz ve hemen herkes anlıyor ama eğer işletmeciyseniz ille de "Filan şirkette falan filan makamda" diye açıklama getirmeniz gerekiyor.
Şimdi neredeyse on sene önce yazdığım yazıyı neden hatırladım. Sağanak halinde piyasaya çıkan işletmecilik kitapları, saymakla bitmeyen işletmecilik makaleleri, uçak mühendisliğinden kutsal kitaplara uzanan kaynaklardan aparma tavsiyeleri içeren konuşmalar, konferanslar meslek olamayan bu çalışma alanını istila ediyor. Gün geçmiyor biri bir yeni fikir! Ortaya atıyor. Bu fikir Harvard Business Review filan gibi itibarlı dergilerde çıkarsa bu yeni! Fikir! Önce ABD’de sonra Dünyada salgın hastalık gibi, yenisi çıkana kadar yayılıyor.
Güzelim Türkçemizin eksikliklerinden biri İngilizce ‘bullshit-boğa boku’ kelimesinin tam bir karşılığı olmamasıdır. Bu eksikliğe daha önce de değinmiştim. Türkçe karşılık olarak kullanılan ‘zırva’ veya ‘saçmalık’ kelimeleri hem çok kibar hem de etrafa ‘bullshit’ saçana arzulanan derecede hakaret içermiyor.
Şimdi bu nereden aklıma geldi? Andre Spicer isimli bir yazarın ‘Bullshit Business’ başlıklı kitabını okudum da oradan. Kitap bana bir şey hatırlattı. Biri Pulitzer ödüllü Amerikalı Upton Sinclair’in “Kazancı bir şeyi anlamamaya dayanan birinin o şeyi anlamasını sağlamak zor iştir” sözü. Dünyanın dört bir tarafında iş adamlarına bana işlerini anlatmalarını istemiştim. Genellikle sattıkları ürün odaklı cevaplar gelirdi. "Ayakkabı satıyorum" diyen de vardı, "madencilik işindeyiz" diyende. Bu açıklamalar genellikle bir unvanla da süslenirdi. "İpek eşarp işi yapan bir şirkette ihracat müdürüyüm" falan derlerdi. Kısacası kimse işini anlatamazdı. İnsanlar işlerini anlatamayınca özel bir lisan kullanıp işlemeci-yönetici olmayanların onun ne konuştuğunu anlamamasını bir müdafaa mekanizması olarak geliştirmişler. Bunun sonucu üniversitelerden, özel kurslara, makalelerden, kitaplara, konferanslardan seminerlere işletmecilik yazınını ‘bullshit’ sarmış.
1987-1989 yılları arasında University of Masachusetts işletmecilik bölümü MBA programında ders verirken ek gelir olsun diye Harvard University Extension School yani Türkçesi Harvard Üniversitesi’nin gece MBA okulunda da ders vermeye başladım. Haftada iki gece ders veriyorum (Yemin ediyorum benin dahlim yok hala bazı yerlerde tanıtırken Harvard hocalarından Sn. Osman Ataç falan diyorlar düzeltmekten bir hal oldum. Harvard değil. Harvard’ın gece okulu) Neyse. Kırkı aşkı, dünyanın her ülkesinden öğrencimle keyifli saatler geçiriyoruz. Keyifli oluyor çünkü derste ‘bullshit’ yasak. Tanımlanmamış, herkesin aynı şeyi anlamadığı kelimeler, kavramlar kullanmak yok. Boş laf da yok. Laf salatası yapanları şakayla ve güler yüzle durduruyorum ve her bullshit veya boş laf saptamamda 5’er puan düşüyorum. Öğrenciler cin gibi hemen olayı kavradıkları için not indirimine gerek falan kalmıyor. Fikri olmayan “fikrim yok” diyor, fikri olan önce fikrini anlatırken kullanacağı kavramları tanımlıyor sonra fikrini söylüyor.
Hocayken sınıfından bullshiti kovmak kolay. Ancak işletmecilik yazınından çıkartmak mümkün görünmüyor. Bunun kabahatlisi işletme yöneticileridir. Öğrenciler gariban. İlerisinin endişesiyle yaşıyorlar. Bıraksanız hepsi ‘mavi okyanus’ stratejisi konusundaki bullshiti okuyup dinleyeceklerine mavi sularda sevgilileriyle vakit geçirmeyi yeğlerler. Akademisyenler de masum. Kazançları anlattıklarının anlaşılmamasına bağlı. Sonunda ekmek parası ve elbette egolar. Üniversitelerin yetiştirdikleri öğrencileri kullanacak olan ise yöneticiler. Onlar “ne bu yahu?” demeden bu iş düzelmez. Onlar ise bırakınız “ne bu?” demeyi; paralar verip bunları okuyorlar ve konferanslara gidip bullshit artistlerini şereflendiriyorlar. Siz elbette onlardan değilsinizdir elbet. Ancak etrafınızda mutlaka bildiğiniz bu tür yöneticiler vardır.
Her yeni! fikir! (ünlem işareti bunlar ne yeni ne de pek fikir sayılamayacakları için orada) eski mekanik, analitik dünya görüşüne dayalı örgütsel kontrol ve denge sistemlerden kuantum fiziğinden, sibernetikten, bilişsel ilimden, Doğu ve Batı maneviyat felsefelerinden aparılan düşüncelere dayalı gerçeğin insanlar tarafından yaratıldığı ve mutlak olmadığı sistemlere geçmenin gerekli olduğunu söyleyenler tarafından pompalandı. ABD’nin yıpranan rekabet gücünü yenileceği teziyle ortaya çıkan bu paradigmalar bir anda ortalığı işgal etti. Bu paradigmaların bazıları ‘derince’ düşüncelere dayanıyor gibi görünseler de zaman içinde büyük çoğunluğu artık derinliği de bıraktılar. Söz gelimi ‘rakiplerle mücadele edeceğiniz pazarlara değil rakiplerin bulunmadığı pazarlara girin’ diyen mavi okyanus paradigması. Ben bunu duyduğum andan beri “Tüh! Bu benim aklıma neden gelmedi” diye hayıflanıyorum.
Bu saçmalıklara nasıl son vereceğiz bilmiyorum. Yöneticilerin öncülüğünde akademisyenler, işletme danışmanları, yazarlar ve çizerler bir toplansa ve “Bundan sonra bullshit yasaktır” diye bir manifesto mu hazırlasa? Yoksa biz daha çok “Büyük veri tabanımızda derine daldığımız zaman gördük ki müşterilerimizin yolculuklarındaki bazı memnuniyetsizlikler alt daldaki meyveleri toplamamızı engelliyor. İçerik kral olduğuna göre hiper-yerel bir eylen-reklam yapmak doğru olur” şeklinde bullshiti daha çok dinleriz. (NOT: big-data, deep diving, customer journey, low hanging fruit, content is king, hyperlocal, advertainment bazı yeni İngilizce bullshit kelimeler). Türkçesi bazı analizler müşterilerimizin bizi bulmak dahil bizimle iş yaparken karşılaştıkları güçlükler nedeniyle şirketimizin fırsatlar kaçırdığını gösterdi. İçeriği iyi planlanmış, eğlendirici, GPS kullanılarak yürütülecek bir kampanya yapmalıyız.
Devam edeceğim
Sağlıcakla kalın
NOT: Geçen haftaki yazımda meramımı anlatamamış olduğum gibi bir sıkıntıya kapıldım. Yazımda şöyle demiştim: “Defalarca yazdım sermayeyi ve özellikle ‘özel sermayeyi’ kolay para kazanmak peşindeler diye eleştirmek haklı değildir. Sermaye en fazla getiriyi sağlamakla yükümlüdür. Sermayenin bu haklı ‘ihtirasını’ kamu yararına kanalize etmek ekonomik düzenin, yani ekonomik düzenden sorumlu devletin sorumluluğudur.” Sanıyorum bazı okurlar bunu benim ‘vahşi kapitalizm’ taraftarı olduğum şeklinde yorumlamışlar. Tam tersine ben eğer sermayenin rant yaratma ihtirasını (ki bunun en etkin tatmin yolu rakipsizleşmek yani tekelleşmektir) serbest bırakırsanız bundan kamu yararı hasıl olmaz. Devletin görevi sermayenin rekabet ederek zor para kazanmasını kolaylaştırmak, bunun aksine içeriden veya dışarıdan rekabeti önleyecek düzenlemeler yapmayarak kolay para kazanmayı zorlaştırmaktır.