Bugünün koşulları eski ezberleri bozuyor!
Türkiye ekonomisine ilişkin son veriler olumlu bir görünüm sergilemiyor. Mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış Haziran ayı sınai üretim rakamı, bir ay öncesine göre yüzde 1,4’lük bir daralma sergiliyor. Temmuz ayı enflasyon rakamı ise olumlu mevsimlik koşullara rağmen yüzde 1,16’lık bir artışa işaret ediyor. Bu veriler makroekonomik görünüme ilişkin beklentilerin olumsuz yönde değişmekte olduğunu söylüyor; bu durumun 15 Temmuz da yaşamak zorunda kaldığımız musibetten bağımsız olarak gerçekleştiğini dikkate almak gerekiyor.
Siyasi irade ve ekonomi yönetimi, bu olumsuz gidişatın yönünü değiştirmek üzere tepki vermeye çalışıyor. Para ve maliye politikalarında gevşeme sınırları zorlanıyor, kredi hacmindeki artışı ivmelendirmek adına makro ihtiyati önlemlerin sınırları zorlanıyor; görünümü ve bilançoları korumak adına piyasaları destekleyebilecek yeni değişkenler aranıyor.
Bu türden tepkisel yaklaşımlar gerçekçi olunabilmesini zorlaştırıyor ve yan tesir risklerini artırıyor. Zira küresel koşullardaki değişimin yönü ve komşular ile ilişkileri geliştirme isteği konusundaki iyi niyet, orta vadeli ve bütünlük taşıyan bir stratejinin önemli unsurları olarak dikkate alınmıyor.
Türkiye ekonomisinin tahammül edemediği değişken sayısı farklılaşıyor. Doğal rekabet avantajımızın olduğu komşularımızla ekonomik ilişkilerin bozulmasının yarattığı boşluğu dolduramıyoruz; yapısal sorunların yarattığı bağımlılıklar ve ağırlaşmış sorunlar nedeniyle, bölgemizdeki jeopolitik gelişmeleri lehimize kullanmayı beceremiyoruz. Küresel koşulların olumsuzlaşmasına bağlı olarak riskten kaçınma eğiliminin güçlenmesi, direncimizi azaltıyor ve gelişmelerin kontrolden çıkmasına sebep olabiliyor. İç talebin belirgin bir şekilde artması veya azalması da sıkıntı yaratıyor. Bunları görmezden gelmek çözümlere hizmet etmiyor; boşa koysak dolmuyor ve doluya koysak almıyor.
Küresel koşullar başta gelişenler olmak üzere dünya ekonomisini durgunlaştırıyor, daralmaya zorluyor. Finansal piyasaların tam aksini fiyatlaması kısa vadeden öteye mümkün olamayacak gibi görünüyor. Yaklaşık beş yıldır dalgalı bir şekilde güçlenen riskten kaçınma eğilimi, gelişmiş batının beklentileri şekillendirme ve sermayeyi yönlendirme yeteneğini kaybetmeye başladığı anlamına geliyor.
Yukarıda ön plana çıkardığımız olasılığın dikkate alınmaması sorunları ağırlaştırıyor ve hareket yeteneğimizi daraltıyor, ortaya çıkan tepkisel yaklaşımlar ise ya ihtiyacı karşılayamıyor veya kaş yapayım derken orta vadede göz çıkarmak anlamına gelebiliyor; hesaba katılması ise bedel ödeyerek bağımlılıklardan kurtulmayı, sağlam bir zemin üzerine çok yönlü ve yeni işbirlikleri geliştirmeyi gerektiriyor.
Acil ve kısa vadeli ihtiyaçlar, hem bunaltıyor ve hem de gerçekçi olunabilmesini engelliyor. Küresel eğilimler ve bölgemizdeki gelişmeler ise bu şekilde devam edilemeyeceğine işaret ediyor. İç talebi uyararak görüntüyü kurtaralım derken, geleceği tehlikeye atıyoruz. İş dünyamız açısından verimliliğin azalmasını ve borçluluğun artmasını önleyemiyoruz, mali sektör ve kamu kesimine yönelik beklentilerin olumsuzlaşmasını durduramıyoruz.
Büyüyen korkularımızın esiri olmaktan kurtulamıyoruz! Enflasyondaki artış ile üretimdeki daralmanın, gerçekçi olmayan tepkisel yaklaşımların doğal bir sonucu olduğunu hazmedemiyoruz! Faizleri düşürerek tasarruf açığını kapatamayacağımızı ve kendi ayaklarımız üzerinde durmayı beceremeyeceğimizi kabullenmek istemiyoruz! Küresel ve bölgesel koşullardaki değişimin, geçmişte işe yarayan yaklaşımları işlevsiz hale getirdiğini inkar etmek algıları düzeltmiyor!
Kısa vadeli ve gerçekçi olmayan bakış açılarının yarattığı akıl tutulmalarını aşmak ve her türlü israfa son vermek yönündeki gereksinimler kapımızı çalmaya devam ediyor.